İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 28. İstanbul Tiyatro Festivali, 22 Ekim-19 Kasım 2024 tarihlerinde gerçekleşecek. Türkiye’den ve dünyadan pek çok yapıma programında yer verecek festivalde 19 farklı oyun İstanbul’un çeşitli sahnelerinde seyiricisi ile buluşacak. Biletlerinizi İKSV’nin resmi sitesinden temin edebilirsiniz.
1Müfettişler, Topluluk: Tiyatro İN

Absürt tiyatronun ülkemizdeki öncülerinden Anday’ın külliyatındaki önemine rağmen bugüne kadar nadiren sahnelenmiş Müfettişler’i festivalin açılışında izleyicilerle buluşuyor. Bu saklı hazineye çağdaş bir bakış açısıyla yaklaşan Engin Hepileri’nin rejisi, dijital öğeler içeren mekân ve ışık tasarımıyla izleyicileri bir ütopyaya götürüyor. Kenan Doğulu’nun müzikleri distopik bir dünya yaratmaya katkıda bulunurken Aslıhan Gürbüz, Erkan Kolçak Köstendil, Kadir Çermik ve Burak Altay absürtlüğün içindeki gerçekliği ve netliği son derece başarıyla aktaran oyunculuklar sergiliyor.
Anday’ın beynindeki bir rahatsızlığın iyileşme sürecinde, yaşam ile ölüm kavramlarını irdelediği bir dönemde yazdığı, aynı zamanda 1971 muhtırası öncesi toplumun genel durumunu yansıtan Müfettişler, sıkışmış insanların özlerine dönebilmek için eyleme geçmek üzere olduklarını hissettiriyor. Oyun bu eylemi bir zafer, yenilgi veya herhangi bir duyguya bağlamazken, Beckett veya Ionesco’nun kaleminden çıkmış türünün diğer yetkin örnekleri gibi sonunda izleyicileri cevaplardan ziyade sorularla baş başa bırakıyor.
Kent Oyuncuları’nın ülkemize kazandırdığı değerli tiyatroculardan, sahnelerin olduğu kadar sinema ve televizyonun da beğenilen simalarından Engin Hepileri’nin kurduğu Tiyatro İN, yolculuğuna 2013’te ilk oyunuyla altı ödül kazanarak başladı. Yıllar içinde pek çok ödüllü yapıma imza atan topluluk, geçtiğimiz sezonda da yine Anday’ın yazdığı Mikado’nun Çöpleri ile büyük beğeni topladı.
Seçtiği metinler ve gerçekleştirdiği yapımlarda yenilikçiliğe özel önem veren, yerli tiyatromuzun klasiklerine yeni formlar kazandıran Tiyatro İN, edebiyatımızın dehalarından ve kültürümüzün yapı taşlarından Melih Cevdet Anday’da kendi hikâyelerimizin izini sürüyor.
Bu gösterideki sis efektleri ve stroboskopik (yanıp sönen) ışıklar bazı izleyiciler için rahatsız edici olabilir.
2Loop, Topluluk: H6 Act

Yaş Sınırı: +13
“Hem nereye gideceğimizi bilmiyoruz hem de geç kalıp kalmadığımızı…”
Tiyatromuzun dikkat çekici isimlerinden Ebru Nihan Celkan ve Nagihan Gürkan’ı ilk kez bir araya getiren Loop, sahne üstünde de usta oyuncu Berfu Öngören ile sinema ve televizyon dünyasının gözde ismi Uğur Karabulut’u buluşturuyor.
Ali ile birlikte Berlin’e taşınan Umut’un peşinden izleyiciler de belirsizliğe bir adım atarak etraflarında dönüp duran dünyaya, yetişilmesi gereken hayatlara, herkesi ve her şeyi normalleştirmeye çalışan kurumlara farklı bir gözle bakıyorlar. Bu döngüde sorulmamış sorular, yerinde durmayan bir şeyler var ve bir şeylerin yerinden oynaması gerektiği kesin. Oyun gücünü herkesin içindeki umuttan alıyor ve karakterlerini olduğu gibi izleyicilerini de döngüyü kırmaya davet ediyor.
Yapım hayatına geçtiğimiz festivaldeki prömiyerinin ardından sezonu ödüllerle kapatan Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı ile başlayan H6 Act bir kez daha yenilikçi fikirleri tiyatro sahnesine taşıyor. Loop’u kaleme alan Ebru Nihan Celkan yurtiçi ve dışında hem yazar hem yönetmen olarak özellikle insan hakları, ifade özgürlüğü, toplumsal cinsiyet ve kültürel çeşitliliği merkeze aldığı projeleriyle tanınıyor. 2022’de üç hamile oyuncuyla Yerebatan Sarnıcı’nda sahnelediği Gebe büyük ses getiren Nagihan Gürkan ise Stüdyo Oyuncuları’nda başladığı kariyerini oyuncu, dramaturg, yönetmen ve yazar olarak pek çok farklı ekiple sürdürüyor.
Loop, Umut’un oyun boyunca etrafındaki dünyanın akışını durduracak, dahası yönünü değiştirecek bir hâle dönüşen yolculuğunu takip ederken izleyicilerin de aynı gücü içlerinde hissetmelerini sağlıyor.
H6 Act mekân sponsoru Werkstatt Akademi’ye teşekkür eder.
3Utsushi – Koreografi ve Tasarım: Ushio Amagatsu

Amagatsu’nun benzersiz estetiği ve topluluğunun eşsiz dansçılarından yaşamın ve doğanın güzelliğine övgü
Japonya’nın evrensel kültür mirasına en çarpıcı hediyelerinden biri olan butoh dansının büyüleyici, şaşırtıcı ve insanı derinden etkileyen dünyasına davetlisiniz!
Yaklaşık 45 yıl önce Le Monde gazetesinden Colette Godard, Nancy Festivali’nde Sankai Juku’yu ilk kez izlediğinde nefes almayı unutacak kadar yoğun bir deneyim yaşadığını yazıyordu. 1980’lerin başında Avrupa’yı butoh ile tanıştıran büyük usta Ushio Amagatsu, Mart ayında hayata veda edene kadar topluluğu Sankai Juku ile çıktığı turnelerle bu dans türünün tüm dünyada büyük bir hayran kitlesi edinmesine öncülük etti. Madonna, 1988 tarihli Nothing Really Matters şarkısının video klibinde butoh’tan ilham alıyordu.
Japonya’da 1950’lerin Batı’yı taklit eden avangart dans akımlarına tepki olarak doğan butoh, Japon halkının fiziksel özelliklerinden ve doğal hareketlerinden yola çıkan bir estetiği benimseyerek oyuncu bir hayal gücü ve absürt ortamların kullanımıyla tabular da dahil pek çok konuya eğildi. Bedenleri tümüyle beyaza boyanmış erkek dansçılar tarafından icra edilen butoh, kazınmış saçlar, pençe yapılmış eller, sessiz çığlıklarla açılmış ağızlar ve grotesk kostümlerle tanınıyordu. Butoh dansçılarının ikinci kuşağından olan Amagatsu, bu dansı sadece yeni bir teknik veya akademik stil olarak kabul etmeyip daha ziyade insanlığın ortak bir duygusuna, evrensel huzura kavuşmak için bedensel bir ifade biçimi olarak ele aldı. Sanatçı butoh’u dünyayla ilişki içinde, yaşama, ölüme ve evrenselliğe dair tutku dolu bir anlayışı açığa vurmak üzere şekillendirdi.
Uluslararası festivallerden gelen yoğun istek üzerine yaratılan Utsushi, Amagatsu’nun 45 yıllık sanatının özünü yansıtan bir retrospektif olduğu gibi kendi içinde bütünlüklü yeni bir eser. Sanatçı, Kinkan Shonen (1978), Shijima (1988), Yuragi (1993), Hiyomeki (1995), Hibiki (1998), Kagemi (2000) ve Toki (2005) başlıklı koreografilerinden sahneler kullandığı Utsushi’de bir derleme yapmanın ötesine geçerek eserleriyle doğa arasında nefes kesici bir diyalog kuruyor. Rüzgârla savrulan kumların bile koreografinin bir parçasını oluşturduğu bu eserde her şey birbiriyle ilişki içinde: Sanat doğayla bütünleşiyor ve izleyicileri de içine alıyor.
Estense dergisinin yazdığı gibi, “Utsushi, yaklaşık bir saat boyunca izleyicileri sonsuz ve evrensel bir anın içinde tutuyor.” Sahnede dans eden altı beyaz figür aracılığıyla mutluluk, üzüntü, acı ve umutlarını ifade eden aslında insanlığın kendisi. Amagatsu’un incelikli ve net görsel dili sadece bedenleri değil, ruhları harekete geçiriyor ve insan doğasının gizemlerine eğilirken izleyicilerin duygularında yankı buluyor.
1980’lerden bu yana tüm dünyada fırtınalar estiren Sankai Juku, Japonya ile Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıldönümü vesilesiyle ilk kez ülkemize gelerek 28. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında İstanbullu izleyicilerle buluşuyor.
BUTOH’UN BÜYÜK USTASI USHIO AMAGATSU’YA SAYGIYLA…
(31.12.1949 – 25.03.2024)
Butoh’a yönelmeden önce Tokyo’daki Klasik ve Çağdaş Dans Okulu’nda eğitim gören Amagatsu, 1975’te Sankai Juku’yu kurdu. İsmini Japonya coğrafyasının iki temel öğesi olan dağ ve denizden alan topluluk, ilk başlarda ülkenin avangart ve nispeten küçük salonlarında sahneye çıkarken 1980’de ilk kez Avrupa’ya konuk oldu ve o günden itibaren ünü tüm dünyaya yayıldı.
Amagatsu kendi topluluğu için ürettiği eserlerin yanı sıra Lyon Operası, Paris Châtelet Tiyatrosu, Paris Komik Operası, Brüksel Monnaie Tiyatrosu ve Viyana Festivali’nde besteci Peter Eotvos’un eserlerini sahneledi. Japonya ve Fransa devletleri tarafından çeşitli nişanlarla onurlandırılan Ushio Amagatsu, Laurence Olivier Ödülü dahil pek çok uluslararası ödülün de sahibi.
Amagatsu, kendisinin ele aldığı hâliyle butoh’u yerçekimi ve dünya ile kurulan bir diyalog olarak tanımlıyor. Gerilim ile gevşeme, güç ile güçsüzlük arasında kesintisiz bir denge içinde yapılandırdığı eserlerinin en belirgin özelliklerinden biri olan uzamın tasarımında sürekli bir uyum ve mükemmellik arayışı, sanatçının koreografilerini ışık, hareket ve müziğin büyülü bir bileşimine dönüştürüyor.
4GeceDiyarı – Topluluk: Siyah Beyaz ve Renkli

Evlilik, derinlere gömülmüş dürtüler, tarihin yükü ve yeni sağın yükselişi hakkında keskin bir hiciv
Yazdığı her oyunla gündem olan, Almanya’nın önde gelen çağdaş yazarlarından Mayenburg’un kaleminden GeceDiyarı babalarından kalan evde A. Hitler imzalı bir resim bulan kardeşlerin geçmişleri ve gelecekleri üzerine hesaplaşmalarını konu ederken zor tartışmaları yüksek dozda mizahla bezeyerek ezbere tepkileri bozuyor.
Bu projeye kendisini ilk çeken şeyin mizahı olduğunu belirten yönetmen Michael Önder, “Çünkü hayatta tartışmalar tıkanınca verilecek en sağlıklı tepki gülmektir.” diyor ve soruyor: “Biz ülkelerimizin geçmişte yaptıklarından sorumlu olabilir miyiz? Ya bugün yaptıklarından? Şahsen yapmadığımız şeylerin yükünü ve vicdan azabını taşıyabilir miyiz? Peki, o geçmişin ülkeye kazandırdıklarından hâlâ faydalanıyorsak?” Sonsuz karanlıktan oluşan bir mekânı anlatmak üzere yazarın icat ettiği bir başlığa sahip (Nachtland) bu keskin hiciv son derece heyecan verici ve şaşırtıcı olduğu gibi kahkahalar durulduğunda altında huzur bozucu gerçekleri barındırıyor. 2022’de prömiyerini yaptığı Schaubühne Berlin’de ve ardından Young Vic yapımında övgüler toplayan oyunu, Türkiye’de ilk kez Siyah Beyaz ve Renkli topluluğu izleyicilerle buluşturuyor.
Ülkemizde de ilgiyle takip edilen Mayenburg’un oyunlarından Ateş Yüzlü’yü Siyah, Beyaz ve Renkli 2010’da sahneye koymuştu. Usta tiyatrocular Çağrı Şensoy, Salih Bademci, Güneş Sayın, İmer Özgün Bademci, Hüseyin Sevimli ve Emir Uğurçağ tarafından 2005’te kolektif bir oluşum olarak kurulan topluluğun son yıllarda en beğenilen oyunları arasında Schrödinger’in Öteki Kedisi, Dünya’da Bir Yer, Kozmik Yaralar dikkat çekiyor. Topluluk Michael Önder’in yazdığı, 2020 Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde En İyi Komedi Oyunu ödülünü alan Fanatik’i ise yurtiçi ve dışında turnelemeye devam ediyor. İzleyicilerin özellikle ilk uzun metrajlı filmi Taksim Hold’em ve ikinci sezonunda yönetmen koltuğunda oturduğu Bonkis dizisinden tanıdıkları Michael Önder, İngiltere ve Türkiye film endüstrilerinde biriktirdiği deneyimini bu oyunla tiyatro sahnesine taşıyor.
GeceDiyarı izleyicilere hayattaki duruşlarını ve kimliklerini kahkahalar eşliğinde sorgulatıyor.
5Nora (Bir Bebek Evi) – Topluluk: Tiyatro Circa

145 yıl önce Ibsen bir oyun yazdı ve oyunun sonunda çarpılan kapı tüm dünyayı salladı
Kadın ve erkeğin geleneksel rollerini sorgulayan Bir Bebek Evi, evliliği kutsal sayan pek çok Avrupalı için bir skandaldı. Artık 1879’daki gibi toplumsal infiale yol açmasa da güncelliğini hâlâ koruyan oyun, bir yandan feminist bir metin kabul edilmekle birlikte diğer yandan Nora’nın hikâyesinde her bireyin toplumsal baskılara karşı kendini özgürce var edebilme çabasını anlatıyor.
İyi bir eşe ve üç çocuğa sahip, orta sınıfa mensup bir kadın olan Nora, hayatının iniş ve çıkışları içinde toplumun aile ideallerini sürdürmeye çalışırken ataerkil düzenin katmanları bir bir çözülüp karşısına dikilir. Kendine biçilen pasif rolle yaşamını sürdüremeyeceğini anladığında ise bildiği her şeyi ardında bırakmayı göze alarak bilinmeze doğru yola çıkacaktır.
Ödüllü tiyatro ve sinema oyuncusu Tuğçe Altuğ’un çiçeği burnunda oluşumu Tiyatro Circa, yapım hayatına Nora ile başlıyor. Öncelikli amacı kadın yaratıcılarla çalışmak ve kadın hikâyeleri anlatmak olan topluluk yeni, farklı ve kolektif projelerde tüm sahne sanatlarına kucak açıyor. Tiyatro Circa’nın bu ilk yapımında yönetmenliği, yeni kuşağın heyecan veren temsilcilerinden Selin Şenköken üstleniyor. Edinburgh’da yönettiği A Lesson in Lynching oyunuyla adım attığı kariyerine İspanya ve Hindistan’da çektiği belgesellerle devam eden Şenköken’i izleyiciler özellikle prömiyerini Antalya Film Festivali’nde yapan Yangın Yerinde Orkideler filmiyle tanıyor. Müzikler ise Crown dizisinin beşinci sezonuna da katkıda bulunan Maddison Willing’in imzasını taşıyor. Oyunda Nora’yı Tuğçe Altuğ canlandırırken sahnelerin özlenen ismi Deniz Celiloğlu ve yakın zamanda Amadeus’taki rolüyle dikkatleri yine üzerine çeken Özlem Öçalmaz da ona eşlik ediyor.
Ibsen’in kadın karakterleri arasında belki de en renklisi, en umut dolusu olan Nora’nın hikâyesi, 145 yıldır hiç eskimezken bu yeni yapımda yeni lezzetler de kazanıyor.
6Savaş ve Barış I. Bölüm – Topluluk: Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları

Bu yıl festivalin küratörlüğünü de üstlenen Mehmet Birkiye’den yine ses getirecek bir oyun
Dünya edebiyatının başyapıtlarından, Napolyon Savaşlarının ortasında üç aristokrat ailenin aşk, dostluk, ihanetle örülü hikâyesini anlatan Savaş ve Barış, Helen Edmundson’un uyarlamasıyla Mehmet Birkiye’nin rejisinde tüm ihtişamını korurken Tolstoy’un Rusya’sından günümüz toplumlarına geçerliliğini yitirmeyen temaları merkezine alıyor.
Birkiye, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ta olağanüstü karakterler yarattığını belirterek, “Bu karakterler Dionysosçu kaosun, arzuların, tutkuların, hırsların içinde çıkış yolu arayan varlıklardı. Ama sonunda hepsi yapay bir ahlakın içerisinde barışı, dengeyi sağlamaya mecbur bırakıldılar” diyor. Savaş ve Barış I. Bölüm, bu olağanüstü karakterlerden bazılarının anavatanlarından kopmamaya çalışırken onunla birlikte sürüklenişlerini tüm dramatikliğiyle anlatıyor. Sonsuz bir döngüyü ifade etmek üzere iki bölüm olarak tasarlanan oyunda umut kayboluyor ve tekrar yeşeriyor, denge bozuluyor ve tekrar kuruluyor.
Mehmet Birkiye’nin yönettiği Vişne Bahçesi ile 2022 Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Oyunu kategorisindeki ilk ödülünü kazanan Kocaeli Şehir Tiyatroları, bu yıl Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi ile yedi dalda aday olduğu Afife Tiyatro Ödülleri’nde bir kez daha Yılın En Başarılı Oyunu dâhil üç ödül kazandı. Anadolu’nun ilk ödenekli tiyatrosu olan topluluk, kurulduğu 1997 yılından bu yana 183 farklı yapımla milyonlarca seyirciye ulaştı. Sadece oyunculuğu ve yönetmenliğiyle değil, akademisyen olarak da ülkemiz tiyatrosuna katkıları nedeniyle geçtiğimiz yıl kendisine İstanbul Tiyatro Festivali Onur Ödülü verilen ve bu yıl festivalin küratörlüğünü üstlenen Mehmet Birkiye Kocaeli Şehir Tiyatroları’nda yine çok ses getirecek bir oyuna imza atıyor.
Kaderimize ve faniliğimize razı mı olmalıyız, yoksa sonuna kadar mücadele mi etmeliyiz? Adalet ve özgürlük adına başlayan hareketler sürdürülebilirlikleri uğruna yozlaşmaya mahkûm mudur?
ÖĞRENCİLERİN DİKKATİNE: Saat 15.00’teki matine seansında salon kapasitesinin büyük bir bölümü öğrencilere ayrılmıştır. Eczacıbaşı Genç Biletlerinizi alırken matine seansına öncelik verebilirsiniz.
7Hekabe, Hekabe Değil – Topluluk: Comédie-Française

Fransızca; Türkçe üstyazılı
Avignon Festivali direktörü Tiago Rodrigues, dünyanın en köklü tiyatro topluluğu Comédie-Française ile festivale geliyor
Molière’e kadar uzanan kökleriyle günümüzde faaliyetini sürdüren en eski tiyatro topluluğu olan Comédie-Française, prömiyerini bu yaz Avignon Festivali’nde gerçekleştirdiği en yeni yapımıyla İstanbul Tiyatro Festivali’ne geliyor. Gerçekle kurguyu, kişisel ile politik olanı birleştirerek sanatsal araçlarla hayatı şiirsel bir dönüşüme uğratan ünlü yönetmen Tiago Rodrigues, Hekabe, Hekabe Değil’de her zaman yaptığı gibi kelimelerin, bedenlerin ve hayallerimizin gücünü kullanarak dünyayı birlikte sorgulamamızı sağlıyor.
Tiago Rodrigues’in zarif örgüsü mükemmel.– The Stage
Güzel, açık ve yapmacıksız – Le Monde
Hekabe, Hekabe Değil Euripides’in trajedisi ile gerçek olaylardan esinlenmiş bir hikâyeyi iç içe geçiriyor. Biri, Truva savaşında her şeyini kaybetmiş kraliçe Hekabe: Emanet ettiği küçük oğlunu öldüren Trakya Kralı’ndan intikam almaya çalışıyor. Diğeri, günümüzde Hekabe’yi canlandıran bir oyuncu, Nadia: Otistik çocuğunun kaldığı kurumda kötü muamele gördüğünün ortaya çıkması üzerine devlet karşısında adalet arıyor. Rodrigues’in her zamanki dikkati, hassasiyeti ve şefkatini sergileyen bu oyun içinde oyun, izleyicileri duygudan duyguya sürüklerken hem intikam ve adalet arasındaki ilişkiyi hem de çocuklara bu kadar ızdırap çektirebilen bir dünyada kurulu sistemi tartışmaya açıyor.
Fransa’nın en iyileri sayılan ve her biri birer “ikon” olarak tanımlanan Comédie-Française oyuncuları üstlendikleri karakterlere kusursuz bir inandırıcılıkla hayat veriyor ve özellikle başrolde Elsa Lepoivre bir annenin sevgisini ve hiddetini canlandırışındaki içtenlikle övgüler topluyor. 350 yıla yaklaşan tarihinde tüm büyük yönetmenlerle çalışmış, gündem yaratan oyunlara imza atmış topluluğun Tiago Rodrigues ile bu ilk işbirliğinde yakaladığı uyum, yönetmenin sık sık ifade ettiği “Ben tiyatro için değil, oyuncular için ve onlarla birlikte yazıyorum.” sözlerini doğruluyor. Tiyatro aracılığıyla vicdani bir farkındalık yaratmaya önem veren Rodrigues’in 2023’te direktörlüğünü üstlendiği Avignon Festivali’ne getirdiği yeni vizyon da son derece olumlu karşılanıyor.
Hekabe, Hekabe Değil alacakaranlık kuşağını andıran bir atmosferde kurguyla gerçeği buluşturuyor ve bir kadının adalet arayışı yüzyılları aşıp günümüzde yankılanıyor.
8Dans Salgını – Konsept, Koreografi, Metin: Tuğçe Ulugün Tuna

“Hareket edebilme kabiliyeti yaşamı kurtarır. Dans ise varoluşu. Var ve oluş arasına bir nefes koydum, birbirine bakabilsinler diye…” –Tuğçe Ulugün Tuna
Dans bir aracı. Olmak, yenilenmek, vazgeçmek için. Tüketmek, arınmak, direnmek, hafızayı sağaltmak, kainatın sessizliğinde görünmek, kırılganlığın nezaketini yansıtmak ve zaman zaman yaşamı kutlamak için.
Dans Salgını karanlığı anlamak için ışıktan, insana dair olanı, kırıklıkları anlamak için bedenden köprüler kuruyor. Dansın kıyısından kendimizi bırakıveriyoruz sonsuzluğa. Kinestetik mizacımızı paylaşıyoruz. Öyle ki, dans oluyoruz.
Çağdaş dans alanında ülkemizin önde gelen isimlerinden koreograf, dans ve performans sanatçısı, akademisyen Tuğçe Ulugün Tuna, 2023’te 30. sanat yılını kutladı. Çalışmalarını yurtiçi ve dışında sürdüren Tuna son 20 yıldır İstanbul Tiyatro Festivali’ne de pek çok kez konuk oldu. Prömiyerini 2012’de festivalde yapan Deplasman Almanya’daki Arena Festivali’nde Jüri Ödülü’nü kazandı; ilk gösterimi 2016 festivalinde gerçekleştirilen En Kötü İş TMMOB tarafından onurlandırıldı. Kocaeli Şehir Tiyatroları’nın Mehmet Birkiye rejisiyle yine festivalde sahnelediği Vişne Bahçesi ise Tuna’ya 2022 Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Hareket Düzeni ödülünü getirdi.
Dürtülerimin, fikirlerimin bedenleşmesini sağlayan yaratıcı dans sanatçılarına teşekkürlerimle.
9Martı Mıyım? – Topluluk: Tiyatro BeReZe

Hepimiz bir çatırdamanın eşiğindeki Çehov karakterleriyiz
Sahnede beş oyuncu: Zamanı ve mekânı eğip bükebilen, karakterden karaktere süzülen oyunbazlar onlar ve hepimizin hayatındaki açmazlara ayna tutuyorlar. Bol ödüllü topluluk Tiyatro BeReZe, Çehov’un Martı’sından uyarladığı yeni yapımında çağımızın radikal dönüşümlerinin gölgesinde geçmişi kutsama eğilimindeki bugünün Çehov karakterlerini sahneye taşıyor ve “Nasıl devam etmeli?” sorusuna yeni anlatım biçimleriyle cevap arıyor.
Anton Çehov’un genellikle bir süreci kapsayan oyunları tüm karakterlerin geçmişini, oyunda yaşanan ana tepkilerini ve geleceklerine dair ipuçlarını barındırırken değişen düzenin farkına varamayan oyun kişilerinin arada kalmışlığından trajikomedi doğar. Çehov’un Martı’sı bugünkü hâlimize özellikle karşılık geliyor ve havada asılı duran sorularımıza göz kırpıyor. Martı mıyım? bu incelikli oyunu günümüze taşıyarak sahnede hem kurgu ile gerçeği hem de geçmişi, şimdiyi ve geleceği birlikte yaşatıyor.
Tiyatro BeReZe 2006’dan bu yana hikâye anlatıcılığı, obje tiyatrosu, clown, buffoon, dans tiyatrosu gibi farklı stillerde 20 oyun sahneledi. Avrupa ve Güney Amerika’ya turnelere çıkan topluluk 40’tan fazla festivale konuk oldu. Tiyatro BeReZe’nin kurucularından Elif Temuçin aynı zamanda Danimarka merkezli MishMash’ın da kurucuları arasında yer alıyor ve çalışmalarına bu iki topluluğun yanı sıra Bremer Shakespeare Topluluğu ile de devam ediyor. Temuçin’in 25’e yakın oyunda yönetmen, yazar veya oyuncu olarak imzası bulunuyor. Martı mıyım? beş başarılı oyuncunun omuzlarında yükseliyor: Yine Tiyatro BeReZe ve MishMash’ın kurucularından, üç kıtada sahneye çıktığı Türkçe, İngilizce, Almanca, İspanyolca ve Danca oyunlarla tam anlamıyla uluslararası bir kariyer sürdüren Erkan Uyanıksoy; Kavşak filmiyle 17. Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanan Sezin Akbaşoğulları; Enayi ile 2017 Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü alan Sanem Öge; ödüllerine en son 2023’te Çember’in Anası ile Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu ve Savaş Dinçel Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu’yu ekleyen Tolga İskit; tiyatronun yanı sıra 2013’ten bu yana film ve dizi sektöründe oyuncu, yapımcı, yönetmen ve senarist olarak da çalışan üretken sanatçı Nazlı Bulum.
Tiyatroseverlere bir oyunculuk şöleni yaşatacak Martı mıyım? bize hayatta yalnız olmadığımızı hatırlıyor ve bizi birlikte düşünmeye davet ediyor.
10Linçler ve Dudaklar – Topluluk: Dolkun Production

“Neden kendimsiz bir şey düşünemiyorum, şaşkınım açıkçası”
İncelikli bir yazardan bayağı bir internet fenomenine dönüşen Cemal, kendini ve çevresindekileri sözde aykırı fikirleriyle mahvederken komşularını bir türlü kentsel dönüşüme ikna edemediği eski bir binada, babasına ait eşyalarla dolu bir evde hayatın gerçekleriyle başa çıkmaya çalışmaktadır.
‘‘Keşke iyi bir roman yazmak yerine iyi bir evlat olsaydın Cemal. Babanı üzmeseydin, abini kırmasaydın, anneni daha sık arasaydın. Haklı olmak yerine mutlu olsaydın azıcık. Selinler, Leylalar, Recepler, kentsel dönüşümler, sokak hayvanları filan senin neyine? Kimsenin canını sıkmasaydın, sinir uçlarına dokunmasaydın. Sustursaydın şu kafandaki Cemal’i de, uslu dursaydın.”
Çarpıcı anlatısı ve sahnelemesiyle geçtiğimiz festivalin favorilerinden Çirkin’in yapımcısı Dolkun Production bu kez prömiyerini Yeni Arayışlar bölümünde yapacak Linçler ve Dudaklar ile festivale konuk oluyor. 40. İstanbul Film Festivali’nin En İyi Erkek Oyuncu ödülünün de sahibi Halil Babür, beğenilen bir aktör olduğu gibi aynı zamanda oyun yazarı olarak kendini ispatlamış bir isim. Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde Kasap ve HE-GO ile iki kez Yılın Oyun Yazarı seçilen sanatçı, HE-GO ile ayrıca Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri’nde Yılın Yerli Oyun Yazarı ödülünü aldı.
Linçler ve Dudaklar’da yaşamı yalnızca akıl üzerinden dizayn edip haklı olmayı bekleyenlerin hikâyesini olağanüstü bir sürükleyicilikle anlatan Halil Babür’ün sinematografik rejisi de sıradışı bir tiyatro deneyimi vadediyor.
İKSV 50. Yıl Genç Sanatçı Fonu ile desteklenmiştir.
11Hamlet – Topluluk: Marin Sorescu Ulusal Tiyatrosu & Cheek by Jowl

Rumence; Türkçe üstyazılı
Büyük yönetmen Declan Donnellan 20 yıl aradan sonra tekrar festivalde
Laurence Olivier’nin “karar veremeyen bir adamın trajedisi” olarak tanımladığı Hamlet, ölümlülük, yozlaşma ve intikam üzerine bir başyapıt. Gerçeği olduğu kadar kendini de arayan Hamlet, çağımızın en önemli yönetmenlerinden Declan Donnellan’ın yorumunda günümüze taşınırken Nick Ormerod’un sade olduğu kadar çarpıcı sahne tasarımının da katkısıyla izleyiciler binlerce kez anlatılmış bu hikâyeyi yepyenibir bakış açısıyla deneyimliyor.
Shakespeare hepimizi anlatmıyor, tek tek her birimizi anlatıyor.– Declan Donnellan
“Olmak ya da olmamak…” Kendi varlığını sorgulayabilen tek canlı insan ve belki de bu yüzden, sırf var olduğunu kanıtlayabilmek için muhteşem şeyler yapabildiği gibi korkunç eylemler de gerçekleştirebiliyor. Yönetmen Declan Donnellan, Hamlet’in ikileminin de burada yattığını söylüyor ama doğrudan değil, gizemli bir şekilde, Elsinore Şatosu’nun karanlık koridorlarında dolaşan bir hayalet gibi.
İrlanda kökenli Declan Donnellan İngiliz eğitimine, Avrupa kültürüne, evrensel düşünce yapısına sahip, çağımızın en orijinal yönetmenlerden biri.– Le Figaro
Declan Donnellan ve Nick Ormerod’un kurduğu Cheek by Jowl, 1981’den bu yana 40’ün üzerinde yapıma imza attı ve altı kıtada 400’den fazla şehre turne gerçekleştirdi. Yoğun, güçlü sahnelemeleri ve özellikle klasiklere yeni bir ruh katmasıyla tanınan topluluk için The Guardian gazetesi, “Bir sonraki işleri her ne olursa olsun her zaman büyük olay olacağı kesindir.” diye yazıyor. Edinburgh, Avignon, Salzburg gibi önde gelen festivaller için oyunlar yönetmiş Declan Donnellan’ın aldığı pek çok uluslararası ödülün arasında dört Olivier ve Venedik Bienali’nden Altın Aslan Yaşam Boyu Başarı Ödülü de bulunuyor.
Sadece Romanya’nın değil, dünyanın önde gelen topluluklarından Marin Sorescu Ulusal Tiyatrosu’nu İngiltere’nin ünlü dergisi The Stage, Berliner Ensemble ve Kraliyet Shakespeare Topluluğu ile kıyaslıyor. 165 yıllık tarihinde sayısız ödül ve onur payesi almış, Amerika’dan Uzakdoğu’ya belli başlı tüm festivallere konuk olmuş topluluk, 1994’ten beri de Uluslararası Shakespeare Festivali’ni gerçekleştiriyor.
Declan Donnellan, inanılmaz derecede incelikli müdahalelerle Hamlet’in tüm özünü iki saatte damıtıp kristal berraklığında sunarken Marin Sorescu Ulusal Tiyatrosu’nun usta oyuncularının performansı her ayrıntısında ayrı bir lezzet barındırıyor.
12İstanbul Mon Amour | Senden Bana Hayır Gelmez Güzel İstanbul – Yöneten: Mehmet Birkiye

Sadece İstanbul’da var olabilecek üç incelikli aşk hikâyesi
Festivalin özel yapımı, her yıl farklı bir kurguyla tiyatroseverlere tekrarı olmayan bir deneyim yaşatan İstanbul Mon Amour, bu kez alt başlığını Cahit Irgat’ın İstanbul şiirinden alıyor ve şehrin yeknesak gürültüsünün bastırdığı sesleri, şehrin karmaşasının görünmez kıldığı yaşantıları sahneye taşıyor. Tiyatromuzun en güçlü isimlerinden dördünün yazar ve yönetmen olarak bir araya geldiği proje, usta oyuncuların etkileyici performanslarıyla İstanbul’u hikâyeler aracılığıyla yeniden keşfettiğimiz günübirlik bir tiyatro yolculuğuna dönüşüyor.
Işıl Kasapoğlu’nun başlattığı ve adını festivale hediye ettiği İstanbul Mon Amour, her yıl farklı sanatçılar tarafından şehre usulca bırakılan bir aşk mektubu adeta. Bu yılki projeyi kurgulayan yönetmen Mehmet Birkiye şöyle yazıyor:
“Vur, yağmala, kır, yık, yeniden yap. Kaba, yıkıcı bir şiddet, bir kaos, bir hengâme, bir doymaz iştah, bir ölüm kalım mücadelesi; işte böyle İstanbul bu zamanlarda. Tek bir sesin, tek bir rengin tutsağı olmuş: doymak bilmez kör bir hırs. Böyle olması mı gerekiyor, kör bir hırsın nesnesi mi olmalı İstanbul? Belki de böyle olması gerekiyor, belki de iyi bir şey diye hatırlanacak ilerde bu günler, bir gelişme çağı diye. Kim bilir? Binlerce sesin bir arada duyulduğu o cıvıl cıvıl İstanbul nerede? Sadece geçmişin silik siluetinde özlemle görmeye çalıştığımız anılarımızda mı kaldı her şey? Yoksa hepten yok oldu da, biz bir kurgu âleminde yeniden mi üretmeye uğraşıyoruz?”
Erdem Otopark, âşık olduğu arabayı kız kaçırır gibi kaçırıp bir garajda tutan adamın eski Türk filmlerini andıran hikâyesine sahne oluyor. Levent Tülek’in kaleme aldığı İstanbul’un En Güzel Kızı’nda Bülent Şakrak oynuyor. Sinema tarihimizin önemli yapılarından Hope Alkazar’da Özen Yula’nın yazdığı Neden İstanbul Funda İlhan’ı bir sokak röportajcısı rolünde izleyicilerle buluşturuyor. Dünyanın en eski ikinci metrosu olan Tünel’in istasyon binası Metrohan’da ise Kerem Kurdoğlu’nun yazdığı, Salih Bademci’nin oynadığı Sesler İstanbul’un seslerini toplayan bir koleksiyoncuyu anlatıyor.
İstanbul Mon Amour | Senden Bana Hayır Gelmez Güzel İstanbul yeni hikâyelerle bir kez daha şehri bir sahneye dönüştürüyor ve tiyatroseverleri benzersiz bir maceraya davet ediyor.
13Haberci – Topluluk: Fiziksel Tiyatro Araştırmaları

Tragedyaların kıyıda kalmış karakterleri haberciler başrolde
2016’da ilk oyunu Şatonun Altında ile Macbeth’i hizmetlilerinin gözünden anlatan Fiziksel Tiyatro Araştırmaları bu kez tragedyaların isimsiz habercilerini başrole taşıyor. Sofokles’in üçlemesini merkeze alan oyun, hatalarının bedelini hem kendisine hem toplumuna ödeten kahramanların karşısına zoraki tanıklıklarını aktarırken kendi kişisel tarihlerini arayan habercileri koyuyor ve onları içinde bulundukları durumu sorgulayan, kendi kişisel tarihlerini arayan anlatıcılara dönüştürüyor.
Haberci, Sofokles’in Kral Oidipus, Oidipus Kolonos’ta ve Antigone üçlemesinden hareketle, antik çağda yüzlerce savaşa ve trajediye tanık olmuş Thebai Devleti’nin tarihini tragedyaların isimsiz karakterleri habercilerin perspektifinden yeniden şekillendiriyor. Tragedyalarda krallarla halk, tanrılarla insanlar arasında haber taşıyan, köprü görevi üstlenen haberciler savaşlara, cinayetlere, ölümlere, doğal felaketlere zoraki olarak tanıklık edenlerdir. Kendilerine verilmiş rol kadar sahne alır, tanımlanan alan kadar var olur ve sonrasında kaybolurlar. Kim olduklarını, hayattaki varoluşlarını hiçbir zaman bilemeyiz. Bu oyunda haberciler artık sadece bilgi aktaran pasif ve iletken kaynaklar olmaktan çıkıp sahip oldukları naif kudretle bulundukları anı adım adım sorgulayan anlatıcılara dönüşüyorlar.
Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nda yönetmenlik yapan ve atölyeler yürüten Güray Dinçol yurtiçi ve dışındaki çalışmalarını özellikle fiziksel tiyatro ve clown alanlarında yoğunlaştırıyor. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları topluluğu farklı disiplinleri bir araya getirerek gerek metin gerekse sahneleme sürecinde araştırmaya odaklanan bir teatral yaklaşım benimsiyor.
Haberci, tarihten bugüne uzanan yeni bir anlatma, oynama ve izleme deneyimi sunuyor.
Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatro Teşvik Ödülü desteğiyle üretilmiştir.
İKSV 50. Yıl Genç Sanatçı Fonu ile desteklenmiştir.
Fiziksel Tiyatro Araştırmaları desteklerinden dolayı Ceren Ercan, Filiz Bozkuş Al, oyun araştırma ve atölye sürecine katılan tüm oyunculara teşekkür eder.
14Bagajdaki Balta – Topluluk: Kumbaracı50

Yiğit Sertdemir’in özlenen kaleminden yepyeni bir oyun
Pek çok ödül sahibi yazar, yönetmen, oyuncu, sahne tasarımcısı Yiğit Sertdemir, beş yıllık bir aradan sonra kaleme aldığı ilk oyunla festivalde. Bir zamanlar yaşanmış ve olamamış bir aşkın özneleri bir gece vakti park edilmiş bir arabanın önünde buluşur ve geçmiş, bugün, yarın konuşulurken zamanlar, kişiler, türler birbirinin içine girer. “Belirsizlik, uçurumdan atlayıp aşağı düşememek gibi bir şey” olur ve bagajda gerçekten bir balta olup olmadığı sorusu da havada asılı durur.
“Sonra bir kantin pineklememde bunu gördüm. İkinci kişiyi. Yakışıklı değil. Fiziği falan yalan. Ama aydınlık. Bu yani. Tam yirmi üç yıldır, tanımlayacak başka sözcük bulamadım o ilk gördüğümdeki halini. Aydınlık. Yani sana bulaşır, öylesine parıldayan. Hayat var, doluca. Gülümseyince etraf da uçuşuyor falan. Yadırgatıcı bir hâl. Öyle bakakaldım buna. O da bakakalmama bakakaldı. Bakıştık. Seviştik. Ayrıldık. O evlendi. Sonra ben. Çocuğum da var. Şimdi yirmi sene sonra görüşeceğiz. Bu.”
Kumbaracı50 kurulduğu 2009’dan bu yana her sezon repertuvarına kattığı yeni yapımlarla ülkemizin en üretken özel tiyatrolarından biri; ayrıca Beyoğlu’ndaki az sayıda sahneden biri olarak farklı topluluklara ve performanslara da ev sahipliği yapıyor. Bagajdaki Balta topluluğun 51. yapımı, Yiğit Sertdemir’in ise kaleme aldığı 16. oyun. Kumbaracı50’nin kurucularından ve halen sanat yönetmenliğini yürüten Yiğit Sertdemir İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları kadrosunda da yer alıyor. Tiyatroseverlerin beğeniyle takip ettiği sanatçı, Savaş Dinçel, Ekin Yazın Dostları, Üstün Akmen ve Direklerarası Tiyatro Ödüllerinde birçok kez Yılın En İyi Yönetmeni seçildi.
2022 Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu seçilen Pınar Güntürkün ile sahnelerin olduğu kadar ekranların da sevilen siması Aziz Caner İnan’ı buluşturan Bagajdaki Balta prömiyerini festivalde yapıyor.
15Macbeth – Topluluk: Sırbistan Ulusal Tiyatrosu

Sırpça; Türkçe üstyazılı
Usta Shakespeare yönetmeninden “rüya” gibi bir Macbeth
Estetik olduğu kadar kışkırtıcı rejileriyle Avrupa’dan Amerika’ya farklı izleyici kitlelerini derinden etkilemeyi başarmış Nikita Milivojević, özellikle özgün Shakespeare yorumlarıyla anılıyor. Bol ödüllü yönetmen Sırbistan Shakespeare Festivali için sahnelediği Macbeth’te spot ışığının altına “rüya”yı koyuyor ve kabare, pantomim, gölge tiyatrosu öğelerini müzikle de ustalıkla iç içe geçirerek aynı anda hem zamansız hem çağdaş olabilen gerçeküstü bir dünyayı incelikle şekillendiriyor.
Tamamen benzersiz bir deneyim. – Hoću u Pozorište
Fevkalade yoğun, rüya gibi, görselliği, koreografisi ve müziği son derece etkileyici – Politika
Gölge oyunları, kısık ışıklar, örtülü olmakla birlikte önemli semboller ve motifler, hepsi bizi uyku ile uyanıklık arasında bir zaman ve uzamda hipnotize olmuş halde tutuyor. – Univerzitetski Odjek
Shakespeare’in oyunlarında sıklıkla kullandığı rüya öğesi, Macbeth’te özellikle belirgindir. Milivojević oyunu yorumlarken Macbeth’in I. Perdedeki “Olmayan bir şey olandan çok sarsıyor beni: Tek o kalıyor ortada, o olmayan şey” sözlerinden yola çıktığını belirtiyor ve ekliyor: “Cadılar Macbeth’e kehaneti bildirdiği andan itibaren gerçeklik onun için bir kâbusa dönüşür. Her şey kararmış zihninin ürünü gibidir. Gerçekle kurgu, imkânlıyla imkânsız birbirine öylesine karışır ki biri nerede bitip diğeri nerede başlıyor ayırt edemez. Böylesi kaotik, ‘gerçekdışı’ bir dünyanın günümüzde yaşadıklarımızı da oldukça doğru bir şekilde tarif ettiğini düşünüyorum.”
30 yılı aşan kariyeri boyunca ülkesinde almadığı tiyatro ödülü neredeyse kalmamış Sırp yönetmen Nikita Milivojević, Uluslararası Belgrad Tiyatro Festivali’nin direktörü olduğu gibi Sırbistan Shakespeare Festivali’nin de kurucu direktörü. Cesur ve yenilikçi yorumlarıyla klasikleri 21. yüzyıla taşıyan Milivojević, Shakespeare’in Globe Tiyatrosu’nda yazarın V. Henry oyununu yönetti; Atina’da sahnelediği Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı yılın kültür olayı olarak nitelendirilirken Çehov’un Üç Kız Kardeş’iyle Yılın En İyi Yönetmeni seçildi.
1861’de Avusturya İmparatorluğu zamanında kurulan Sırbistan Ulusal Tiyatrosu, o zamandan beri Sırpların kültürel kimliğine katkı sağlamış en önemli kurumlardan biri kabul ediliyor. Sırbistan’ın en prestijli festivali Sterijino Pozorje’nin de kurucusu olan topluluk, Avrupa’da ve Mısır’dan Güney Kore’ye dünyanın dört bir yanında turnelere çıkıyor.
Milivojević’in tümüyle yeni ve sıradışı yorumu metinde gizlenmiş, ima edilmiş veya söylenmeden kalmış her şeyi harekete geçiriyor ve izleyicilere Macbeth’in bilinçatında dolaşıyormuş hissi verirken her bir sahnesi şiirselliğiyle izleyicilerin içine işliyor.
16Yalnız – Yazan: Zeynep Kaçar, Yöneten: Ümit Erlim

Tüm bu yaşadıklarımızda suçlu kim, kurban kim?
Zeynep Kaçar’ın Atillâ İlhan ve Notre Dame de Sion Edebiyat Ödüllerini kazanan romanından uyarlanan Yalnız, geçen sezon Treplev ile ödüller kazanan Başak Kıvılcım Ertanoğlu ve Ümit Erlim’i bir kez daha bir araya getiriyor. İki farklı zaman diliminde ilerleyerek Feray’ın aylar ve yıllar içindeki değişimini bir ülkenin dönüşümüne paralel olarak izleyen oyun, kimliğinden koparılıp görülmez olan bir kadının kendini bulma, görme ve gösterme çabasını anlatıyor.
Feray şarkılar söyleyen, hayaller kuran, âşık olunca ayakları yerden kesilen genç bir kadın; herkes gibi. Kötülüklerin sadece başkalarının başına geleceğine inanıyor ama yanılıyor. Çünkü gerçek hayatın masallarla ilgisi yok; sevdiği adamı sadece bir öpücük kurbağaya çevirmiyor, gezdiği cadde gece yarısı balkabağına dönüşmüyor, yaşadığı ülke bir anda uykuya dalmıyor. Her şey yavaş yavaş ve alıştırarak oluyor. Feray’ın etrafında olup biteni anlayıp “Dur!” demesi yıllarını alıyor.
Geçmiş ve şimdiki zamanı aynı uzamda büken Yalnız’da yaşam ve ölüm, muhafazakârlık ve özgürlük, seçimlerimiz, düzen ve karmaşa gibi motifler belirgin bir düzlem oluştururken suçlunun ve kurbanın kim olduğu sorusu çözülmesi gereken bir muammaya dönüşüyor.
Oyunları beş cilt hâlinde Mitos Boyut Yayınları tarafından yayımlanan ve ülkemizin yanı sıra yurtdışında da sahnelenen ödüllü yazar ve dramaturg Zeynep Kaçar’ın bu kez ikinci romanı Yalnız sahneye taşınıyor. Hem oyuncu hem de yazar ve yönetmen olarak tanınan Ümit Erlim ve Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nun imzasını taşıyan yapım incelikle işlenmiş konusu, sıradışı kurgusu ve yenilikçi sahnelemesiyle izleyicilere dolu dolu bir tiyatro deneyimi sunuyor.
İKSV 50. Yıl Genç Sanatçı Fonu ile desteklenmiştir.
Topluluk, destekleri için İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Decollage Art Space, KBA Works, Techizart, DasDas ve Plankton Yapım Tasarım’a teşekkür eder.
17Ölüyor Mu Ne? – Topluluk: Studio Oyuncuları

Çağdaş tiyatromuzun büyük ustasından günümüze eğlenceli, iğneleyici bir bakış
Geliştirdiği özgün teknikle adını dünya tiyatro tarihine yazdıran Şahika Tekand, kurucusu olduğu Studio Oyuncuları için yazıp yönettiği yeni oyununda Zeus’un ölme ihtimaliyle Olimpos’un zirvesine hâkim olan korku, hırs ve arzular üzerinden iktidar, evlilik, emek, adalet, akıl, fırsat, savaş gibi kavramları ironik bir biçimde ele alıyor. Müzikal bir karaktere de sahip Ölüyor mu ne? izleyicileri eğlenceli bir akışa katılmaya davet ediyor.
Ionesco, Beckett, Aristofanes gibi hem klasik hem çağdaş komedi ustalarının dünyalarıyla selamlaşan oyun, Olimpos tanrılarının dünyanın ve insanlığın geldiği nokta itibariyle kendi durumlarını tartıştıkları ve anlamaya çalıştıkları bir gün içinde geçiyor. Artık işlevsizlikten hem bedenen hem de zihinsel olarak durma noktasına gelmiş olan Zeus, kalan zamanını devam ettirme zorunluluğunu kendisi için katlanılır ve zevkli hale getirmeye çalışıyor.
Şahika Tekand’ın geliştirdiği Performatif Sahneleme ve Oyunculuk yöntemiyle çalışmalarını sürdüren Studio Oyuncuları, başlı başına bir ekol olarak 36 yıldır ülkemize pek çok değerli eser ve tiyatrocu kazandırdığı gibi yurtdışında da ilgiyle takip ediliyor. İstanbul Tiyatro Festivali’nin 1993’ten bu yana pek çok kez konuk olan topluluk Hollanda, Fransa, Belçika, İsviçre, Almanya, Avusturya, Slovenya, Yunanistan, Makedonya, Bulgaristan, Bosna Hersek, Japonya ve Brezilya’daki önemli festivallerin de beğenilen konuklarından.
Günümüz dünyasında insan davranışlarına ve yönelişlerine, hafızasızlığa, değerlerin ve kavramların içinin boşaltılması ve ilkesizliğin bir beceri olarak kabul edilmesine ilişkin gerek tragedya gerekse komedya formunda pek çok oyuna imza atmış Şahika Tekand bu kez Olimpos’un en yükseklerinde dolaşıyor ve tüm bu olguları ironik bir yaklaşımla ele alıyor.
18Medea-Material – Topluluk: Ankara ve İstanbul Devlet Tiyatroları

Mitolojiyle tarihin, anılarla rüyaların iç içe geçtiği şiirsel bir kurguda yıkıcı ama umut vadeden bir gelecek tasviri
Brecht’ten Robert Wilson’a kadar pek çok sanatçıyla işbirliği yapmış ve farklı alanlardan sanatçılara ilham vermiş Heiner Müller sadece Almanya’nın değil, tüm dünyanın önde gelen postmodernist avangart tiyatro yazar ve yönetmenleri arasında yer alıyor. Müller’in 1982’de yazdığı Yağmalanmış Kıyı Medea–Material Arganotlu Manzara isimli üç bölümlü serisinden Medea–Material, Ankara ve İstanbul Devlet Tiyatroları işbirliğiyle ilk kez Türkçe sahneleniyor.
Doğu Alman yazarın Berlin Duvarı yıkılmadan önce kaleme aldığı bu oyun, Medea’yı bir karakterden ziyade materyal olarak ele alıyor ve karakter, yapı, anlatı ve performans öğelerinde yarattığı bağlantılar ve karşıtlıklarla Medea miti üzerinden batı uygarlığını analiz ediyor.
İstanbul Devlet Tiyatrosu 45 yıl önce perdelerini ilk açtığından bu yana 300’e yakın oyun sahneledi. 136’sı oyunculardan oluşan 275 kişilik dev kadrosuyla ülkemizin önde gelen tiyatro kurumu, şehirdeki yedi farklı sahnesinde ve çıktığı turnelerle Türkiye genelinde izleyicilerle buluşuyor. Devlet tiyatrolarının amiral gemisi, 75 yıl önce Muhsin Ertuğrul’un girişimleriyle kurulan Ankara Devlet Tiyatrosu ise günümüzde 15 farklı sahnede, yılda yaklaşık 40 oyunu izleyicilerle buluşturuyor. Ülkemizde tiyatronun biçimlenmesinde öncü rol oynamış bu iki kurum, tiyatromuzun çınarlarından Ayşe Emel Mesci’nin yönettiği Medea–Material için güçlerini birleştiriyor. Mesci’nin oyunculuktan yönetmenliğe ve yazarlığa uzanan uzun, verimli ve bol ödüllü kariyerinde Türkiye’nin dört bir yanındaki devlet tiyatroları için yönettiği beğenilen oyunlar da yer alıyor.
İnsanlığın karşı karşıya olduğu küresel tehlikeleri, yaşadığı travmaları son derece zengin bir imgelem gücüyle sahneye taşıyan Müller, Medea–Material’da bir kez daha tüm insanlığı ilgilendiren sorular soruyor ve “dördüncü duvarı” ortadan kaldırarak izleyicileri de yaratıcı yolculuğuna dahil ediyor.
19Schaubühne Berlin – III. Richard – Yöneten: Thomas Ostermeier

Almanca; Türkçe altyazılı
“Ostermeier yoğunluğu hiç azalmayan, patlamaya hazır bir III. Richard yaratmış.” – The Guardian
Çağdaş tiyatronun dehalarından biri kabul edilen, sahneye koyduğu her eserle izleyiciler tarafından büyük coşkuyla karşılandığı gibi tiyatro tarihinde de yeni bir sayfa açan Thomas Ostermeier ile topluluğu Schaubühne Berlin, 10 yılın ardından festivale bir başyapıtla dönüyor. Nora Bir Bebek Evi, Hamlet ve Bir Halk Düşmanı yapımlarıyla İstanbullu izleyicileri de derinden etkileyen topluluk bu kez dünya sahnelerini kasıp kavurduğu III. Richard ile festivale konuk oluyor.
Alışılmış kuralları yıkmayı ve ezber bozmayı seven Thomas Ostermeier, Shakespeare’in orijinal metnine sadık kalırken III. Richard’ı kötülüğün doğasına derinlemesine dalan bir başyapıt olarak sahneye taşıyor.
2012’de Hamlet rolündeki unutulmaz performansıyla İstanbullu tiyatroseverlerin kalbinde taht kuran Lars Eidinger ise bu defa tüyler ürperten bir baştan çıkarıcılıkla canlandırdığı III. Richard rolüyle karşımıza çıkıyor. Eleştirmenlerin “Karanlıkta bile parlıyor” sözleriyle övdüğü Eidinger, uzun süredir Schaubühne’nin önemli bir üyesi olmanın yanında beyazperde ve ekranlardaki etkileyici performanslarıyla da tanınıyor. Eidinger III. Richard’da bir rock yıldızına dönüşüyor, seyircide merhametsiz krala karşı umulmadık bir sempati uyandırıyor ve tüm çekiciliğiyle seyirciyi kralın suçlarına ortak ediyor. Komediyi, gerilimi, melankoliyi ve her şeyin ötesinde trajik bir yalnızlığı güçlü oyunculuğuyla sahneye aktarıyor.
Shakespeare’in ölümsüz klasiği Ostermeier’in ellerinde, psikopat bir seri katilin şeytanlaştırılmasından öte, içsel çatışmalarıyla paramparça olarak sapkın bir diktatöre evrilen bir iktidar elitinin portresine dönüşüyor. Richard’ın yüzyıllardır yitirmediği cazibesinin temelinde ise biraz da dizginlenemeyen iktidar hırsı ve keyifle sergilediği ahlaksızlığı yatıyor. Ostermeier’in ifadesiyle “uygar bir toplumda asla gerçekleştirmeyi göze alamayacağımız en karanlık arzularımızı sahneleyen” III. Richard izleyicilere üzerine düşünecekleri çok şey sunuyor.
“Eidinger o kadar hayranlık uyandırıcı bir aktör ki Richard’ın yalanları ve propagandaları hiç olmadığı kadar akla yakın geliyor.” – Limelight Arts
“Thomas Ostermeier, klasikleri ele alırken orijinal fikri hiç tükenmeyen bir yönetmen, eserlerinin bu kadar değerli olmasının en önemli nedeni de bu yenilikçi yaklaşımı sürekli kılması.” – The Advertiser