İlk başta basit bir kurguya sahip gibi görünen Ada Kasabası oyunu üç genç arkadaşın Kate, Sam ve Pete’in küçük bir kasabada sıkışıp kalmış hayatlarına odaklanıyor. Ellerinde kalan tek boş zaman eylemi içki içmek ve konuşmak. Konuşmalar ise aynı travmalar, aynı hayal kırıklıkları, aynı çıkışsızlık etrafında dönüp duruyor. Oyun, zaman zaman tekrarlarla dolu yapısıyla izleyiciyi yoruyor. Ancak bu tekrar, izleyiciyi tıpkı karakterler gibi bir döngünün içine çekiyor. Seyircinin rahatsızlık eşiği oyun boyunca sık sık zorlanıyor. Yoğun küfür kullanımı, Kate’in sürekli bağırması, agresifliğive kontrolsüzlüğü sadece karakterlerin değil, izleyicinin de sınırlarını zorluyor. Ancak bu rahatsızlık, yüz çevirmeye değil, yüzleşmeye davet ediyor. Çünkü sahnedekiler, sokakta rastladığımızda ‘’ağzı bozuk, sorumsuz, yoldan çıkmış’’diyerek kolayca yargıladığımız gençler. Ama oyun sormaktan geri durmuyor: Peki, biz kolayca yargılama hakkını bulduğumuz bu gençler için ne yaptık?
Bu gençler tanıdık. Sam, küçük kardeşinin sorumluluğunu taşıyan genç bir abla; Pete, abisinin çocuğuna duyduğu kaygıyla şekillenen bir “baba aday adayı”; Kate, babasının ölecek olmasıyla yüzleşmeye çalışan, ama tüm öfkesine rağmen arkadaşları için her fedakârlığa hazır biri. Hepsi hayatta kalmaya çalışıyor, ama ne toplum, ne aile, ne de devlet onlara tutunabilecekleri bir dal veriyor. Bu bağlamda oyun çok önemli bir toplumsal eleştiride bulunuyor. Oyunun bir yerinde Pete, itfaiyeci olmak istediğinden söz ediyor. Bu, onun için küçücük ama sımsıkı sarıldığı bir hayal. Ancak Kate’in söylediğine göre, yaşadıkları adada bir itfaiye istasyonu bile yok. Pete, bunu öğrenince “Bizim evde yangın çıktığında itfaiye nerden geldi o zaman?” diye soruyor. Kate de, itfaiyenin karşı kıyıdan geldiğini söylüyor. O an Pete’inyüzünde tarifsiz bir düşkırıklığı beliriyor. Bu hayal de burada son buluyor. Görüyoruz ki bu gençlerin istedikleri şeyler büyük değil, yalnızca biraz güvenlik, biraz insanca yaşamak. Pete’in itfaiyeci olma hayali ve sonra bunun bile gerçekleşemeyecek kadar gerçek dışı olması, oyunun genel sahipsizlik ve çıkışsızlık temasını çok güçlü bir şekilde besliyor.

Oyunun başlarında karakterler, geçmiş travmalarını es geçip yaşadıklarını eğlenceli birer anekdota, bazen de gülünçlük haline dönüştürüyor. Ne var ki alttan alta hepsinin ortak bir acı taşıdığı çok geçmeden açığa çıkıyor. Aile içi şiddet, ebeveyn ihmal(ler)i, duygusal yoksunluk ve ekonomik çaresizlik hepsinin hayatını derinden etkilemiş. Kate’in her an patlamaya hazır hali, Sam’in küçük kardeşine karşı geliştirdiği erken yaşta ebeveynlik refleksi, Pete’in abisinin çocuğuna karşı hissettiği yoğun endişesi… Tüm bunlar, bu çocukların çocuk olamadan büyüdüğünü gösteriyor. Ama onları çocukluktan çıkmaya zorlayan düzen, büyümeleri için hiçbir emek vermemiş.
Dekor anlamında sahnede yalnızca araba lastikleri var. Ancak bu sadelik, hem işlevsel hem de simgesel: lastikler bir yerde dönüp duran, ama hiçbir yere varamayan bu gençlerin ruh hâlini temsil ediyor. Sahne geçişlerinde kullanılan yankılı replikler, oyunun duygusal tonunu katmanlandırıyor ve izleyiciye her bölümde “buradasın, bak, bu da senin gerçekliğin” diyor. Özellikle Sam karakterinin geçişlerde birkaç saniyede lastikler arasında kendisine yara makyajı yapması, oyunun estetik düzlemde belki de en yaratıcı anlarından biri.
Oyun başlarken Kate’in hüzünlü bir monoloğuna tanık oluyoruz. Oyun biterken aynı sahneyi yeniden görüyoruz. Bu döngü, sadece yapısal bir tekrar değil; aslında bu gençlerin ve bizim içinde yaşadığımız toplumun kaçamadığı bir kapanı işaret ediyor. Çünkü oyun açıkça söylüyor: Elinden tutan yoksa, kasabana da, kaderine de hapsolursun.
Metin ve performans, seyircide bir rahatsızlık duygusu yaratmayı amaçlıyor gibi. Kate’in yüksek sesle konuşmaları, agresif tavırları, küfürlü dili… Bunlar alışıldık seyirci konforunu sarsıyor. Ama bu rahatsızlık değerli bir rahatsızlık. Çünkü seyirciye şunu hatırlatıyor: Sokakta gördüğümüzde “ağzı bozuk”, “saygısız” diye dışladığımız bu gençleri gerçekten tanımaya, anlamaya çalıştık mı? Yoksa sadece yargılayıp geçiyor muyuz? Bu oyun, yalnızca bu soruyu sordurduğu için bile kıymetli. Son olarak oyuncuların metne inanmaları, karakterlerini benimsemeleri sahne üzerine öyle bir yansıyor ki daha önce hiçbir ergenle böylesine empatikuramamıştım!










Oyunun Künyesi
Yazar: Simon Longman
Çevirmen: Hasret Güneş
Yönetmen: Efe Uzuner
Oyuncular: Berfin Taş, İbrahim Çavdar, Yağmur Ceren Bulman
Yardımcı Yönetmen: Zeynep Pakdamar
Proje Ekibi: Şimal Duman, Sümeyye Kavranoğlu, Ozan Altunbulak
Işık Tasarımı: Yasin Gültepe
Ses Tasarımı: Doruk Yılmaz
Afiş Fotoğrafı & Teaser: Uğur Kayalar
Görüntü Yönetmeni: Kerem Kaplan
Telif Hakları: Onk Ajans
Topluluk: Tiyatro Kontra
Tür: Komedi, Trajedi, Dram
Seanslar
Afiş