Etimesgut Belediye Başkanı ve Kent Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Erdal Beşikçioğlu, Etimesgut 100. Yıl Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde düzenlenen basın toplantısında “1. Uluslararası Kent Tiyatro Festivali Etimesgut KentFest”in 11-26 Ekim tarihleri arasında gerçekleşeceğini duyurdu.
Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran’ın eş sanat yönetmenliğinde hayata geçirilen festival, 15 günlük sanat dolu bir program vadediyor.
İşte festival süresince sahnelenecek oyunlar:
111 Ekim Cuma 20:00 “Vatan Kurtaran Şaban ” / Ana Sahne

Haldun Taner’in 1960’lardan günümüze attığı bir kanca gibi gerçekliğini her geçen gün artıran hikayesi Vatan Kurtaran Şaban; sanatçılar ile siyasetçilerin arasında gidip gelen Şaban’ın, bir tesadüf eseri kültür ve sanat işleriyle ilgili yüksek bir göreve getirilmesinin hikayesidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda sanatçılara verilen değerin, gün geçtikçe bürokraside azaltıldığı ve “tiyatro yapma” cümlesinin bir aşağılama olarak dillere pelesenk edildiği bir dönemde, kültür ve sanat işlerinin bir medeniyetin büyümesinde ve kendine dünyada yer edinmesinde ne denli önemli olduğunu bir kere daha hatırlatmak gerekiyor. Sanatçı, dünyayı ve insanı anlamayı kendine ödev edinmişken, Şaban; siyasetin ve bürokrasinin sopasını sağa sola sallasa da sonunda anlar. Sanatçı; içinde bir çocuğu, uçan bir kuşu, evsiz bir insanı, dilsiz bir kadını, yorgun bir öğretmeni, her bir seyirciyi; mesela, bir siyasetçiyi dahi barındıran insandır. Kendini birisi için değil, herkes için eğitir. Vatan Kurtaran Şaban’larla tanışıyoruz, anlatmak için önce anlamak gerektiğine inanıyoruz.
213, 14 Ekim Pazartesi 20.00 “Alarme” / Ana Sahne

Amor ve Encore ile devam eden üçlemenin ilk bölümü olan Alarme, tarihi ve etkili bir ölümcül çatışmayı ele alıyor: Kraliçe Elizabeth A’ ile İskoç Kraliçesi Mary Stewart arasındaki, Mary Stewart’ın başının kesilmesiyle sonuçlanan taht mücadelesi. Alarme, iki kadın arasındaki çatışmayı “resmi” yazışmalarından parçalara dayanarak ortaya koyuyor. Aralarındaki ilişki aşk, nefret, şiddet ve onları her yola sürükleyebilecek güç arzusuyla besleniyor. İki kadının yanı sıra, sahneyi üçüncü bir kişi, iki Kraliçe’nin ıstırap ve savaşını gözlemleyen ve alaycı bir şekilde yorumlayan yoksul bir sivil olan bir anlatıcı üstlenir.
Prömiyeri 2010 yılında Atina’da yapılan Alarme, üç sezon boyunca Attis Tiyatrosu’nda sergilendikten sonra uluslararası festivallerde turne yaptı; izleyiciler tarafından büyük beğeni topladı ve eleştirmenler, özellikle de Guardian’ın seçkin ve zorlu eleştirmeni Michael Billington tarafından övgüyle karşılandı.
315, 16 Ekim Salı 20.00 “Antony and Cleopatra” / Ana Sahne

“Bu isimlerden birini söylediğimizde diğeri onu takip eder. Hafızamız biri olmadan diğerini çağrıştıramaz. Plutarkhos, onlar sayesinde aşkın, dünyayı bir başkasının ruhunun duyarlılığıyla görme yeteneği haline geldiğini yazmıştır. Onlar aşk ve siyaseti harmanlayıp bir aşk siyaseti ortaya çıkardılar. Onlarınki tarihi bir aşk hikayesidir; sıklıkla hayali kurulan ve romantize edilen gerçek olaylara dayalı bir romans. Shakespeare onlar için, başlarına hiç gelmemiş şeyleri gerçeklerin en gerçeğine dönüştüren sözlü bir anıt inşa etmiştir. Mankiewicz’in 20th Century Fox’u iflasa sürükleyen filminde Richard Burton ve Elizabeth Taylor hiçbir zaman -ve her zaman- olmadıkları kadar selüloid ve gerçek bir çiftti.
Tiago Rodrigues’in yazıp yönettiği bu oyunda Sofia Dias ve Vítor Roriz, onların orada ve o zamanki hallerinin burada ve şimdi yaşayan ikilisidir. Onlar hem Antonius ve Kleopatra’dır hem de değildir. Onlar dünyayı Kleopatra’nın gözlerinden gören Antonius’tur. Ve de tam tersi. Her zaman tam tersi. Aşkın kuralı olarak tam tersi. Tiyatronun kuralı olarak tam tersi. Bu gösteri, Antonius ve Kleopatra’nın ruhlarının duyarlılığı üzerinden dünyayı dolaylı olarak görmektir.”
417 Ekim Perşembe 20.00 “Never Odd or Even” / Ana Sahne

Vítor Alves Brotas’ın (Agência 25) orijinal eserinin yönetimi ve prodüksiyonu
“””NEVER ODD OR EVEN, iki koreograf çifti, Filiz Sizanlı & Mustafa Kaplan (Türkiye) ve Sofia Dias & Vítor Roriz (Portekiz) arasında bir işbirliği projesidir. Bu sanatçıların her biri on yılı aşkın bir süredir neredeyse yalnızca kendi partneriyle çalışmaktadır.
Çok farklı yaratıcı yaklaşımlara ve deneyimlere sahip olmalarına rağmen, bu iki çift hassasiyet, minimalizm, dil, soyutlama ve söz, ses, hareket ve jest arasındaki etkileşimlere yönelik aynı hayranlığı ve giderek artan ilgiyi paylaşmaktadır.
Filiz, Mustafa, Sofia ve Vítor ilk kez Haziran 2019’da Lizbon’da iki haftalık bir sanat rezidansı programında bir araya geldi. Ardından, birbirleri için yarattıkları kısa “”performanslardan”” oluşan bir arşive kaynaklık eden, uzaktan yürütülen yaratıcı bir diyalog gerçekleştirdiler.
Bu diyaloğun bir boyutu, İŞBİRLİĞİ eyleminin ardındaki bilinçaltı bir olguyu dile getirme çabası üzerine şekillenmektedir.
Her bir çiftin kendini diğerinde yansıttığı bu dörtlü konfigürasyonda göze çarpan ayna etkisi, bu projenin dikkat çekici temalarından birinin sanatsal, sosyal ve edebi kapsamıyla ÇİFT kavramı olacağını açıkça ortaya koymuştur.”””
518 Ekim Cuma 20.00 “NSU-Ölenler Arasında Almanlar da Var” / Ana Sahne

“Bu bir oyun değil.
Daha doksanlı yılların sonunda ırkçı eylemlerine başlayan ve 2000 yılı itibarıyla on bir yıl boyunca Almanya’nın farklı yerlerinde cinayetler işleyen, bombalı saldırılar gerçekleştiren “NSU üçlüsünün” cani eylemleri 2011 Kasımında Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’ın bir banka soygunu sonrasında yakalanma ihtimalleri karşısında saklandıkları karavanda kendilerini öldürmeleri ve ardından Beate Zschäpe’nin oturduğu binayı yakıp sonrasında teslim olmasıyla son buldu. Son bulan onların üç kişilik hikayeleri gibi görünse de Almanya genelinde onlara yardım ve yataklık edenler ceza almadan ırkçı eylemlerine devam etmekte, ırkçı görüşlerini yaymakta. Bu gösteride, işlenen cinayetler tek tek ele alınırken bu cinayetlerin arka planları, Alman emniyet kurumlarının basiretsizliği, kurumların yer yer bilerek ve isteyerek delil oluşturabilecek öğeleri yok etmesi, faillerin “Alman” olma ihtimalini en başından beri yok sayarak Türk mafyası üzerinde yoğunlaşması, kurbanların yakınlarının “şüpheli” sıfatıyla maruz kaldığı şiddet gözler önüne seriliyor. Ve en sonunda günümüze değin süren ırkçı eylemlerin kurbanlarının isimleri anılarak işlenen her cinayetin ardından faillerin bir örgütten bağımsız birer suçlu olarak ele alınmaları anlayışının devam ettiği ortaya konuyor ve var olan kurumsal ırkçılığa, ayrımcılığa bir kez daha – bu kez sanatın diliyle – hayır deniyor.”
***(Oyun bitiminde söyleşi)***
619 Ekim Cumartesi 18.00 “Sır” / Ana Sahne

Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyeleri ve TORK Dans Topluluğu kurucuları Sernaz Demirel ve Tan Temel farklı disiplinlerden sanatçılarla iş birlikleri yaparak bağımsız dans performanslarını üretmektedir. SIR, zihnin derinliklerine bir yolculuktur ve bilinç üstü deneyimleri araştırır. Kendi bilinmezliğini zaman ve mekanın ötesinde var olan an’ın akışı içinde yeniden dokur. Kendi imgelerini yaratır. Bitiş ve başlangıç olarak tanımladıklarımızı döngüsel olanın içinde eritir. Birbirine dokundurur. Performansın müzik tasarımı, akustik, elektronik çalgılar ve döngüler ile ses başkalaştırma tekniklerinin bir arada kullanılması ile gerçekleştirilmektedir. Performansçının dönüş ritüeli sırasında EEG cihazı ile alınan beyin sinyalleri bir ses sentezleme yazılımı içerisinde işlenmiştir. Mekana metal örgü malzeme ile yerleşen “around you…” isimli yerleştirmede yer alan sarmaşıklar yeraltından gökyüzüne uzanan, bugünün görüntüsünü geleceğe taşıyan bir iz sürer.
Bitmeyen dönüşün içinde sabit kalabilen bakışım
Mükemmel daireyi bulmuştum?
Kapıyı kocaman araladım
Odanın içine sızan ışık bir yoldu
Seni tanıyor muyum?
Doğada olan gizli ifadelerin
Ansızın işaret ettikleri ve oralarda dolanabildiğimiz şans eseri zamanlar
Janus tam karşımda
Zaman ve mekan hareketi taklit ediyor.
Evrenin merkezi?
Bilmecenin tam ortasındayım
Düşünceler yersiz, yönsüz, zamansız
Kendine yuvarlanıyor
İzleri belli belirsiz gökyüzünde
Bulutlar yazıyor
Harflerle oynayarak
Kanatlanmış kelimelerin silueti
Gerçek gibi görünüyor
Kendine bakıyor
Suya dönüşen yağmur
Tersinden akıyor
Düşmüyor
Karışıyor
Toprağa ve gökyüzüne daha iyi nüfuz etmek için
Saklambaç oynuyor
Gökkuşağında ansızın beliren kanat
Sesleri
Okyanusun ötesinde
Mor bir nokta belirdi
719 Ekim Cumartesi 20.00 “Blanc” / Ana Sahne

Blanc‘ın çıkış noktası, ritüeller, trans hali ve dönüşüm üzerine bir keşiftir. Çeşitli maske ve kostümlerin yapımı ve kullanımıyla, çalışma bedensellik, koreografi ve plastisite arasında bir diyalog olarak görülebilir. Hareketin potansiyeli, siyah ve beyaz ile kontrast oluşturan renklerin incelenmesi yoluyla görsel boyutla el ele gider. Blanc, konukların belirsiz yer ve zamanların figürleri olduğu, insanlar, hayvanlar ve doğa arasında konumlandığı bir tür karnavalı veya töreni çağrıştırır. Müzikal kompozisyon, Blanc‘ı performans, konser ve dans parçası arasında bir yere konumlandıran bir eser haline getirir. Blanc, baş döndürücü bir noktaya ulaşma, tek bir bireyin birçok yönünü keşfetme, çokluğu ve her bir tekilliğin içinde yaşayan çeşitliliği açığa çıkarma arzusundan doğmuştur. Tıpkı beyaz ışık spektrumunun tüm renkleri içermesi gibi.
820 Ekim Pazar 18.00 “Sirens” / Ana Sahne

“Ermira Goro’nun “”Sirenler”” adlı yeni dans performansı, izleyiciyi tutkunun dünyasına ve onun toplumsal ifadesine yönelik duyusal ve gizemli bir yolculuğa davet ediyor.
Sahnede Chara Kotsali ve Adonis Vais, hareketleriyle bir ‘hayal ve özgürlük’ hikâyesi anlatırken dönüşüm geçiriyorlar.
İki beden, kalıplaşmış cinsiyet rollerini kendilerine uyarlayıp reddederek benzersiz bir öz ifade dili oluşturuyor. Gösterinin özgün müzik bestesi Jeph Vanger’in imzasını taşıyor.”
920 Ekim Pazar 20.00 “Biz” / Ana Sahne

Kim insan sayılır? Kimin yaşamı yaşam sayılır? Hadi yüzleşelim. Birbirimiz tarafından çözülürüz.
“Çağdaş dansın ve canlı müziğin buluştuğu “BİZ”, ilham kaynağını bir yandan Anadolu
ezoterizminden diğer yandan çağdaş felsefeden alıyor, “çoklukta birlik”, “empati”, “evrensel etik”
kavramlarını sorguluyor.
Performans alanındaki üç dansçı, fiziksel teması kaybetmedikleri üçlü hareket formları, ikili eylem
diyalogları ve bir başlarına kaldıkları anların içinden geçerek dayanışma ve çatışma, şefkat ve
şiddet, güç ve kırılganlık, varlık ve yokluk hattında yollarını bulmaya çalışıyorlar. Bedenleri ve
duygu bellekleri üzerinde çalışıp çoklukta birliği arıyorlar.
Cem Yıldız bilgisayar ortamında canlı olarak dönüştürdüğü vokali ve bağlamasıyla eserin
elektro-akustik ses evrenini yaratıyor; “cem”i yürütüyor, ses ve nefes oluyor.
***(Oyun bitiminde söyleşi)***
1021 Ekim Pazartesi 20.00 “39 Buçuk Basamak” / Ana Sahne

Maceranın tatlı, umutsuz kahramanı John Buchan, içinde bulunduğu kötü durumun hem komik hem de trajik aşamalarında mükemmel bir karakterdir. Ona ihanet ederek işe başlayan ve neredeyse çok geç olduğunda hikayesine inanan ve oyunun sonunda hizmetlerinden dolayı paşadan önemli bir telgraf alacak, ölürken de Adıvar soy ismini/ ünvanını hak edecek olan Halide ismindeki oyun kişisi büyüleyici, entelektüel, kültürlü ve yeteneklidir. Tüm oyuncular, Feshane şenliklerinde gösteri yapan “Her Şeyi Bilen Hafız Efendi“yi diğerlerinden ayıran o doğru bildiğinden emin olduğu özelliğini ve yönetmenin orijinal eser olan 39 Basamak’ı kültürümüze bu şekilde uyarlamasını, böyle bir pastiş yapma yoluna giderken niyetini anlama anlayışını koruyor tüm izleyenler. Cinayetle suçlanan hain İskoç yazar rolünde: Berk Yaygın. Halide, Rus Casus ve Egeli Gelin rolünde: Pelin Abay, parmakları birbirine nah şeklinde düğümlenmiş 39.buçuk Basamak’ın başkanı ve zaman zaman da zaptiye, casus, peçeli kadın rollerinde, 39 Buçuk Basamak’ın başkanı: Adil İlter, Nuran (Norma) Bites, Sunucu Agop Ayvaz ve zaman zaman da zaptiye, casus, peçeli kadın rollerinde: Deniz Özmen ve Hafız Efendi, Esas Nazlı, Numan (Norman) Bites, Abbas, zaptiye, casus, peçeli kadın rollerinde Murat Akkoyunlu vardır. Oyundaki müzik tasarımı bizim Anadolu’ya ait türkülerimiz ve onların çeşitliliği- zenginliği ile casus filmlerinde popüler hale gelmiş takip, dedektiflik müzikleri veya kimi kahramanlarla özdeşleşmiş müziklerin bir sentezi. Eşsiz müzik tasarımıyla garb ile şarkı harmanlayabilmiş,batıdan gelen ve orijinal oyunun dokusunda yer alan casusluk temalı müzikler ile buram buram memleket kokan türkülerimizi harmanlamayı başarmış Vehbi Can Uyaroğlu oyunun müzik tasarımcısı. Sahnede sadece bahsettiğim gibi bu müzikleri canlı olarak izleyicilere çalmakla kalmıyor zaman zaman da canlı ses efektleri yaparak reji odasında bilgisayardan gelecek sesleri tamamen canlı bir şekilde izleyiciye aktarıyor. Zaman zaman da oyunda farklı görevi olması veya sahnenin dışında olması gerektiğinden dolayı gölge oyununu Ömer Dinar’ın elinden alarak kendisi yapıyor.
***(Oyun bitiminde söyleşi)***
1122 Ekim Salı 20.00 “Batı Ekspresi” / Ana Sahne

Adem Aydil, Derin Beşikçioğlu, Fatih Sönmez, Selin Tekman, Selin Zafertepe, Ünsal Coşar
“Yollardayız… Bir gün dönebilmek umuduyla… Ardımızda tekrar ne zaman dolduracağımızı
bile bilmediğimiz boşluklar bıraka bıraka…
Yüzlerimiz Batı’ya dönük… Göç halindeyiz… Her türlü sebepten. Savaştan, diktatörlükten,
işsizlikten, ekonomik çöküşten… Kendi kültürümüzden satabileceğimiz ne varsa cebimize
doldurarak, Batı’nın bolluğunu, tüketim toplumunu, vahşi kapitalizmi, özgürlük ve başarının
coşkusunu tatmak üzere bizi daha “iyi” bir hayata götüreceğine inandığımız Şark Ekspresi’ne
biniyoruz.
Peki neden Batı Ekspresi değil de Şark Ekspresi? Oysa bizim için daha çok, Batı Ekspresi!
Gurbetin acısını, batılılaşmanın coşkusuyla tatlandırarak gidiyoruz.
Gidişe anlam kazandıranın dönüş olduğunu kim söylemişti?”
***(Oyun bitiminde söyleşi)***
1223 Ekim Çarşamba 20.00 “Geçen Gün” / Ana Sahne

İki oyuncu, ortak bir anlatıyı, bazen kelime kelime, bazen cümle cümle paylaşarak aktarıyorlar seyirciye. “Onlara ‘ses çıkararak’ eşlik eden sıradışı bir ‘orkestra’ var. Zaman zaman kendi ‘mevki’lerinden çıkıp, oyuncuların alanına geçiyorlar.
Tek bir hikâye anlatılmıyor. İç içe geçmiş birçok hikâye anlatılıyor. Ama aslında hepsi aynı hikâye.
Bir şehir. Ve iki kişi. Birbirleriyle sürekli karşılaşan, geçişen, çarpışan, ama birbirlerini gerçek anlamda hiçbir zaman görmeyen iki kişi. Dünyaya karşı iki kişi. Şehrin içinde hareket ediyorlar. Ezilmemeye çalışıyorlar. Şehirle başa çıkmaya çalışıyorlar. Herkes onlara karşı, onlar tek başına. Kâh seksen yaşındalar, kâh on sekiz. Bir bakmışsın mağdur durumdalar, bir de bakmışsın suçluluk duygusu içlerini kemiriyor.
Biz tanıyoruz onları. Onlar da bizi tanıyor. Şehir değişiyor. Şehir sürekli farklı rotalar çiziyor. Şehir onları itip kakıyor. Diğer insanlar, şehirle bir olmuş, sürüklüyorlar onları. Her an başka bir tehdit altındalar. Sesler sarmalıyor hepsini. Kâh rahatsız edici bir kakafoni, kâh büyüleyici bir sükunet. Kâh bir gürültü yumağı, kâh bir müzik.
Ama aslında şehir de onlar, diğer insanlar da. Yani aslında ne kendilerinden başka bir şehir var, ne de kendilerinden başka diğer insanlar. Var olan sadece onlar. Yüzlerce, binlerce kendileri. Endişe dolu bir sevgi hikâyesi bu.
Bu bir konser mi?
Dans gösterisi mi?
Oyun mu?
Performans mı?
Hiçbiri.
Hepsi.
***(Oyun bitiminde söyleşi)***
1324 Ekim Perşembe 20.00 “Ama”/ Ana Sahne

Sade,yavaş ama sıkılmayan bir anlatımı olan “Ama” oyunun en güzel kısmıda sahnede dekor olmaması. Bu yüzdendir ki, dikkatimizi saf bir şekilde karakterlere ve diyaloglara verebiliyoruz. Metnin dili hem lümpen dili, hemde halk ağızı harmanlandığı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Kişilerin sanatçı yanlarını yanı sıra, cinsel kimliklerini gözümüze sokmadan anlatıyor. Ayrıca oyun Kasım 2021’de Almanya’nın Dresden kentinde düzenlenen Fast Forward Avrupalı Genç Yönetmenler Tiyatro Festivali‘nde yer almıştır.
***(Oyun bitiminde söyleşi)***
1425 Ekim Cuma 20.00 “10 Adımda Unutmak” / Ana Sahne

“Şahika Tekand’ın yazıp yönettiği On Adımda Unutmak, bireysel küçük dünyasına sıkışmış, hayata müdahale etme yeteneğini, büyük umutlarını ve uzun vadeli projelerini, kısa vadeli ve küçük kazanımlara feda etmiş, kendisine sunulan küçük konforlar aracılığıyla çevresine ve çevresindeki insanlara, sorunlara duyarsızlaşmış, maruz bırakıldığı bilgi bombardımanı içinde giderek farklı bir anlamda bilgisizleşmiş ve sonuçta cahilleşmiş çağdaş insanın traji-komik öyküsünü konu alır.
Dünyaya müdahale etme yeteneğini terk ederek, “umut”u çağdaş hayat sisteminin kendisine vaad ettiklerinden ibaret görmeye çalışan çağdaş insanın trajik durumu, ışık, ses, dekor gibi temel sahne elemanları ile oyuncu arasında gerçekleşen zorlu bir mücadele aracılığı ile ifade edilmekte ve bu mücadele oyunun ana eksenini oluşturmaktadır. Adeta bir var olma mücadelesine ya da bir ‘varolabilme yarışı’ na dönüşen oyun düzeninde seyircinin hem eğleneceği hem de her noktasında kendisini bularak düşüneceği bir seyir süreci yaratır.
Oyun, ateşi insanlığa armağan ederek kendini feda eden Prometheus gibi karşı çıkarak ‘mahkum’ olmak yerine, ‘gönüllüce teslim olarak mahkum olanlar’ın görmezden geldikleri trajik varoluşlarını, ironik bir metin ve performans diliyle sergiler.
Oyuncuların zorlu oyun koşullarına maruz bırakıldığı ve oyunun müzikalitesi yüksek dilinin ve hareket düzeninin , oyuncunun yönelişini belirleyen gerekli ve zorunlu koşulları oluşturduğu, sahne elemanlarının bizatihi varlıklarının zorlayıcı oyun kurallarına dönüştüğü oyunda, hem sahne hem de seyir yeri için “gerçek” bir paylaşım ve performans süreci yaratılır.”
***(Oyun bitiminde söyleşi)***
1526 Ekim Cumartesi 14.00 Kent Tiyatrosu Oyuncuları ile “Gordion” Okuma Tiyatrosu / Ana Sahne

“Gordion projesi, KENTFEST sanat yönetmenleri Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran’ın önerisiyle KENTFEST programı içinde Kent Tiyatrosu için hayata geçiriliyor.
Gordion, Ankara ili sınırları içinde, merkezin yaklaşık 94 kilometre güneybatısında bulunan antik bir yerleşim alanı.
M.Ö.2500 yıllarında başlayan yerleşim bugün hala antik kentin bitişindeki Yassıhöyük’te devam ediyor. Frig ve Hitit uygarlıklarına ev sahipliği etmiş Gordion antik kenti, Unesco Dünya Mirası listesine giren özel yerlerden biri.
Yıllardır kendi tiyatrosu Galataperform’da ‘Yeni Metin Yeni Tiyatro’ adını verdiği bir proje yöneten yazar-yönetmen Yeşim Özsoy, hem Türkiye hem de dünya tiyatro edebiyatına yeni yazarlar ve yeni eserler kazandırıyor.
Gordion üzerine yeni eserler kazandırmak amacıyla Yeşim Özsoy, sanat yönetmenlerinin davetiyle festivalin bu özel bölümünün hem küratörlüğünü hem de yönetmenliğini üstleniyor.
Yeşim Özsoy’un davetiyle üç yazar; Polonya’dan Arthur Palyga, İskoçya’dan Peter Arnott, Suriye’den Wael Kadour’un KENTFEST için yazdığı üç kısa oyun Kent Tiyatrosu oyuncuları tarafından ilk kez okuma tiyatrosu olarak seyircikarşısına çıkıyor.”
Artur Pałyga
1971 doğumlu bir oyun yazarı, senarist ve röportaj yazarıdır. Jagiellonian Üniversitesi’nde Lehçe Filolojisi eğitimi almış ve müzik eğitimi görmüştür. Uzun yıllar gazeteci olarak çalışan Pałyga, yerel ve ulusal yayınlarda yazılar kaleme almıştır. Bielsko-Biała ve Bydgoszcz tiyatrolarında dramaturg olarak görev yapmış, 2014’ten beri de Katowice’deki Silezya Tiyatrosu ile işbirliği içindedir. Pałyga, ilk çıkışını 2006 yılında Bielsko-Biała Tiyatrosu’nda “Testament Teodora Sixta” (Theodore Sixt’in Vasiyeti) adlı oyunuyla yapmıştır. Otuzdan fazla oyunun yazarı olan Pałyga’nın eserleri arasında “Żyd” (Yahudi), “Ostatni taki ojciec [Tato]” (Son Baba [Baba]), “V(F) ICD-10 Transformacje” (V(F) ICD-10 Dönüşümleri), “Turyści” (Turistler), “Bitwa o Nangar Khel” (Nangar Khel Savaşı), “Szwoleżerowie” (Hafif Süvariler), “Obywatel K” (Vatandaş K), “Nieskończona historia” (Bitmemiş Tarih), “Morrison/Śmiercisyn” (Morrison/Ölümün Oğlu) ve “W środku słońca gromadzi się popiół” (Güneşin Merkezinde Küller Toplanır) bulunmaktadır. Özgün eserleri ve uyarlamaları Lublin, Opole, Bydgoszcz, Varşova ve Kraków’da sahnelenmiştir. Ayrıca, “Bir Yahudi” adlı oyunu Budapeşte’de, “Baba” adlı oyunu ise İstanbul’da Galata Perform’da sergilenmiştir. Pałyga, Belarus’tan derlenmiş röportajları içeren “Kołchoz imienia Adama Mickiewicza” (Adam Mickiewicz Kolhozu) adlı bir kitap da yayınlamıştır. Silezya Tiyatrosu’nda Yerel Hikâyeler Okulu’nu yöneten Pałyga, Małgorzata Sikorska-Miszczuk ile birlikte Varşova’daki Teatr Powszechny’de Sorgulanabilir Tiyatro Uygulamaları Stüdyosu’nu da idare etmektedir. Eserleri Türkçe, Almanca, Romence, Macarca, Katalanca, İngilizce, Fransızca ve Ukraynaca gibi çeşitli dillere çevrilmiştir. Pałyga, “Güneşin Merkezindeki Küller” ile 2013 Gdynia Drama Ödülü’nü kazanmış ve Polonya Çağdaş Oyunlar Ulusal Yarışması finallerinde dokuz kez aday gösterilmiştir. “Nic, co ludzkie” (İnsani Hiçbir Şey) adlı oyunu 2008’de topluluk ödülünü alırken, “Bitmemiş Tarih” 2012’de en iyi yapım seçilmiştir.
Peter Arnott
1962 yılında Glasgow’da doğan Peter, profesyonel olarak sahnelenen yaklaşık 51 oyunun yazarıdır. Kariyerine Traverse’deki “White Rose” ve 1985’teki “The Boxer Benny Lynch” (Mayfest) ile başlayan Peter, ödüllü “The Breathing House” (Lyceum 2003, TMA En İyi Yeni Oyun 2003) ve “Why Do You Stand There in the Rain?” (Pepperdine Üniversitesi, Edinburgh Fringe First 2012) gibi eserlere imza atmıştır. Yakın dönemde, müzikal oyunu “Janis Joplin: Full Tilt” 2013’ten itibaren kapsamlı bir turneye çıkmıştır. Pitlochry Festival Tiyatrosu’ndaki “Monarch of the Glen” uyarlaması, 2017/18’in En İyi Yeni İskoç Oyunu dalında CATS Ödülü’nü kazanmıştır. “Tay Bridge”, Dundee Rep’in 2019’daki yıldönümü kutlamaları için başarılı bir sezon açılış gösterisi olmuştur. “The Signalman” 2019/20 CATS ödülünü almıştır. “Group Portrait in a Summer Landscape” adlı oyunu, Royal Lyceum, Edinburgh ve Pitlochry Festival Theatre tarafından 2023 yılında sahnelenmiştir. Peter, Tron ve Traverse’in yanı sıra İskoçya Ulusal Kütüphanesi’nde ve Edinburgh Üniversitesi’ndeki Genomics Forum ve IASH’de konuk yazar olarak görev yapmıştır. Halen Vox Motus için çalışmakta ve Dundee Üniversitesi’nde Kraliyet Edebiyat Araştırmacısı olarak görev yapmaktadır. “Moon Country” adlı romanı 2015 yılında Vagabond Voices tarafından yayımlanmıştır.
Wael KADOUR
Wael Kadour, 1981’de Suriye’de dünyaya gelmiş bir yazar, oyun yazarı ve yönetmendir. 2006 yılında Şam’daki Yüksek Dramatik Sanat Enstitüsü’nden mezun oldu. Kariyeri boyunca, Londra’daki Royal Court Theatre (2007), Sundance Institute of Playwrights (2017) ve New York’taki Lark Theatre Lab (2018) gibi çeşitli uluslararası programlara katıldı. 2008’den bu yana Suriye, Ürdün, Lübnan, Fransa, Almanya ve İsveç’te çeşitli projelerde sanatsal işbirlikçi ve dramaturg olarak görev aldı.
2019’da Mohamad Al Rashi ile birlikte ‘Chronicles of a City We Never Knew’ adlı oyununu sahneledi. Oyun, La Filature – Scène Nationale de Mulhouse’da prömiyer yaptı ve ardından Fransa, İtalya ve Almanya’da turneye çıktı. 2021’de, Ibsen Scope Vakfı’ndan aldığı destekle “Up-there” adlı oyunu yazdı ve üretti. Bu oyun, 1991’de Suriye’nin Duma kentindeki kadın hapishanesinde Henrik Ibsen’in “Denizden Gelen Kadın” oyununu sahneleyen eski siyasi mahkumların tanıklıklarına dayanıyordu. Mohamad Al Rashi ile birlikte yönettiği bu gösterinin prömiyeri Aralık 2022’de Theater an der Ruhr’da gerçekleşti.
Kadour’un yeni oyunu “Braveheart”ın 2025 yılında Fransa’da Theatre Choisy-le-Roi ve Almanya’da Theatre An der Ruhr’da prömiyer yapması planlanmaktadır. Birçok oyunu Arapça, İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyanca dillerinde yayınlanmış ve Lübnan, Mısır, İtalya ve Almanya’da farklı yönetmenler tarafından sahnelenmiştir.
Son çalışmalarında, Kadour kolektif ve bireysel siyasi hafıza meselelerine odaklanmakta, gerçeklik ile hayal gücü arasındaki sınırları sorgulamaktadır. Ayrıca, göçler ve savaşlar sonucunda sanatsal pratiklerin zorunlu olarak yer değiştirmesi konusuyla yakından ilgilenmektedir.
Wael KADOUR çevirisi: Zeynep Dilara Yakut Peter
Arnott çevirisi: Sanem Öge
Artur Palyga çevirisi: Hakan Koçyiğit