İstanbul Şehir Tiyatroları “İstanbul Şiirle Buluşuyor” başlığı altında ünlü şairlerin şiirlerini seyircisiyle buluşturmaya devam ediyor. Etkinlik kapsamında Müze Gazhane Meydan Sahne’de Gülten Akın şiirlerinden Emre Koyuncuoğlu’nun uyarlayıp yönettiği, Radife Baltaoğlu, Sevil Akı, Yeşim Koçak, Işıl Zeynep Karaalp, Şirin Asutay, Ebru Üstüntaş ve Elvan Boran‘ın birlikte rol aldığı “Ben Nergisten Sorumluydum!” adlı gösteriyi, 2024 ‘ün sonlarına doğru seyretme fırsatı bulduğumuz o akşam, “Akşamın bütün ışıkları,” bizim için yanıyor.
Gülten Akın şiir evreninden tanıdığımız yedi kadın, loş salonda, hemen yanı başımızda, az ileride, önümüzde, arkamızda oturuyor. Onlar, şairin “insanı tüm gösteren aynaları.” Geçmişimiz, şimdimiz ve kim bilir belki de geleceğimizle bize benziyorlar. Eskimiyorlar hiç. Sorumlu muyuz ki onlardan?
Gülten Akın kadınlarının her birinin koruyup kolladığı, sorumlu olduğu saksı saksı sardunyaları, tomur tomur açmış gülleri, karanfilleri, onlarla aramızda büyüyor. Sanki yedi mekândan, yedi zamandan salıyorlar kokularını. Sorumluysak kadınlardan, çocuklardan ve adamlardan ve saksı saksı çiçeklerden, ağaçlardan, o vakit, onlara mekân evlerden, sokaklardan, mahallelerden köylerden, kentlerden de sorumlu değil miyiz?

Her şey gibi zaman da değişiyor elbette. Saniyeler, dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar derken koca ömürler geçip gidiyor. Gülten Akın‘ın ilk dönem şiirlerinde etkisi görülen şairlerden Behçet Necatigil’in deyimiyle ‘bizi bize bırakmayan zaman’dan da sorumluysak eğer “bırakalım şimdi kendimizi,” diyoruz. 50’ler, 60’lar, 70’ler, 80’ler, 90’lar ve nihayet 2000’ler derken insanla beraber şiiri de değişime uğrayan, “Ben bir sanat yapıtının konusu ne olursa olsun, bağrında bir umut çiçeği taşımasından yanayım,” diyen Gülten Akın’ın şiir evrenine kırk dakikalığına konuk oluyoruz.
Söze, “Nergisten sorumlu değilmişim bunu öğrendim,” diye başlayan kadına kulak veriyoruz. Sahnedeki canlı müzik, usul usul eşlikçisi. Kadının sesi, kimyasal korkulara, kanlı geceliklere, çocukları bulan füzelere doğru alıp götürüyor insanı. Işgınlar, Gülten Akın’ın anlağından anlağımıza fışkırıyor. –Yazılarında zihin yerine anlak demeyi tercih eden Gülten Akın anısına.– “Nergisten ben sorumluydum, ışgından ve çocuklardan/ Yanlış mı belledim, insan sorumluluktur,” diyor kadın. Oysa yanı başımızda ne çocuk ne füze ama işte!
Henüz nergis ile başa çıkamadan “Ah! Kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya,” diyor az ötedeki kadın. Kalın fırçaların dünyaya resmettiklerinden, tecimenlere yalvarışlardan söz açıyor. “Ah!” diyor “Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya.” Seyircilerin arasında bir yerde bir kadın… …hemen kalkacakmış gibi sandalyenin ucunda oturuyor. “Oda çok karanlık,” diyor. “Ben olsaydım akşamın bütün ışıklarını yakardım.” Işıklar yanıyor. Sahne aydınlanıyor. Etrafa göz gezdiriyorum. Kostümlerine hayran olduğum kadınlar ile aramızda çiçek çiçek saksılar, sardunyalar, güller, karanfiller boy veriyor. Kadınlardan biri, coşkuyla “Veranda,” diyor. “Merdiven iki basamak. Esmer sahanlık üstünde hanımeli sürgünleri… Sağda güller sarmaşık kırmızı…” Evet, görüyorum! Öyle güzeller ki sevincine şaşmamak gerek. Üstelik coşkusu bulaşıcı, bana da geçiyor. Arkadaşı söze giriyor, “Fesleğen ekiyorum, sardunya dikiyorum.” Arsızmış, öyle diyormuş komşusu. Artık siz istemeseniz de açarmış tohumunu, yayılırmış toprağınızda. “Dalından kopan sardunya,” diyor sonra. Bozulmamış. Bi’ kez eğmemiş başını. Açmayı sürdürmüş diktiği toprakta. “Ne hoş,” diyorum kendi kendime. “Daha çok sardunya dikmeli o vakit. Renk renk çoğaltmalı her birini.”
“Nergisten sorumlu değilmişim!” “Peki ben değilsem ya kim?” “Ah,” diyorum “Ah, kimselerin vakti yok…” “Biz insanlar, ne vakit böyle olduk ne vakit ince şeyleri anlamaz olduk?”
Kadınlardan birisi, “Yürek arsız otlar gibi ayak altında/ Tanımıyor kimse kimseyi,” diye hayıflanırken büyük şehirlerin gökdelenleri takılıyor aklıma. “Ve kendini tanımak istemiyor/ İnsan tanımazsa kendini insan/ Nasıl var olabilir” diye söze giriyor arkadaşı. “Kendini tanımayan, başkasını nasıl tanısın,” diyorum. “Çağın en karmaşık yerinde durduk/ biri bizi yazsın, kendimiz değilse/ kim yazacak…” diye soruyorlar ki çok haklılar. “Tabii ki siz yazacaksınız,” diyorum. “Herkes önce kendini yazacak!”
“Ben insanı tüm gösteren aynalardanım. /Altı yönlü genişliğine derinliğine” diyor bir kadın. Dikkatle bakıyorum yüzüne. Ayna gibi pırıl pırıl! “Bir Türkmen kocası söyledi son kez/ Hayattan değerli yoktur bilesin,” diyor. Yaşamı bu denli özümseyenlere bayılıyorum. “Onlar benlerinin kölesi oldular/ Değiller/ Bir kendi sözlerinin bile sahabı” deyince “Herkes en azından bir kerecik olsun bakmalı bu aynaya,” diyorum. Ayna kadının arkadaşı da aynasına bakmış olmalı ki “Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi,” diye sorup duruyor. Bir şeycik olmamış meğerse. “Deneyin lütfen,” diye öneriyor da üstelik. Belli ki iyi gelmiş ona. “Aydınlığım, deliyim, rüzgârlıyım,” diyor sevinçle. Kendisiyle barışmış sanki. “Günaydın,” diyerek kaysıyı sallayan yeli selamlıyor. Kurtulan, dirilen kişiye “Günaydın,” diye sesleniyor. Bu mutlu kişi, kim ola ki? “Saçlarımı kestirsem mi yine,” diye düşünüyorum. Fena fikir değil sahiden de. “Büyücü değiliz,” diyor arkadaşı. “Bir solukta değiştiremiyoruz.” “Bilmez olur muyum hiç,” diye geçiyor aklımdan. “Değişmek yalnızca saçla başla olsaydı…” “Akarken akarken yanımızdan,” diyor. “Irmak değiştirir umuyoruz.” Gülten Akın da öyle diyordu sanki, yanılıyor muyum? “Aynı nehre iki kez girilmez,” diyen kimdi, Herakleitos muydu?
Onlar bir anlığına susunca anlağım, sessizliğimle konuşuyor. “Sessizlik /Diyor adına onlar/ Öyle alışmış onlar/ Sızlanıyor, acısı damlıyor radyolarımızdan,” diyor bir kadın sessizliğinin hemen ardından. “Radyo çoktan anılarımızda kaldı,” diye düşünürken “Düşleri azaldıkça anıları artıyor/ onlar bizim delillerimiz mi/ kilitleyip unutuyoruz,” diyor kadınlardan biri. “Gerekli gereksiz ne çok şey biriktiriyoruz hakikaten. Derhal temizlemeli anlağı,” derken “Her şey birikir,” diyorlar. “Sözler düşünceler ve nesneler biçiminde/ Her şey birikir.”
Biriken her şey gibi o akşam da, bestelenmiş, bestelenmemiş Gülten Akın şiirleriyle beraber anlağımıza kaydoluyor. Sahne aydınlanırken Gülten Akın, yönetmen Emre Koyuncuoğlu’nun bakışından “Gülten çok dostu gördün/ Kalsınlar sağlıcakla,” diye el sallıyor şiir evreninden herkese. Biliyoruz ki gördüklerimiz, duyduklarımız hissettiklerimiz, anımsadıklarımızdan fazla. Anlağımızın imbiğinden süzüleceklere güveniyoruz. Elbet bir gün, en doğru anda, bizi bize gösterecek bir aynaya dönüşecekler. Şairin şiir evreninden kopup gelmiş kadınlarını alkışlıyoruz. Müze Gazhane Meydan Sahne’den, sorumlu olduğumuz kentin dört bir yanına Deli Kızın Türküsü’nü söyleye söyleye, aydınlık, deli ve rüzgârlı dağılıyoruz.






Oyunun Künyesi
Yazan: Gülten AKIN
Uyarlayan-Yöneten: Emre KOYUNCUOĞLU
Sahne-Kostüm Tasarımı: Ahsen Nur YAMAN
Işık Tasarımı: Mustafa TÜRKOĞLU
Canlı Müzik: Aydın YILDIZ- Altuğ KUTLUĞ
Asistanlar: Göksel ARSLAN, Asrın Gurur KUYUCAK, Tevfik ŞAHİN
Oyuncular: Radife BALTAOĞLU, Sevil AKI, Yeşim KOÇAK, Işıl Zeynep KARAALP, Şirin ASUTAY, Ebru ÜSTÜNTAŞ, Elvan BORAN
Tür: Şiir Gösterisi
Süre: 40 Dakika/ Tek perde
Topluluk: Şehir Tiyatroları İstanbul
Seanslar
Afiş