“Buralar bir süre turuncuya boyanacak.” Bu bir kehanet değil, malumun ilanı. Bugün (28.09.2023) prömiyeri gerçekleşen Tatbikat Sahnesi‘nin OTOMATİK PORTAKAL uyarlaması, kültür sanat takipçilerinin radarına yüksek perdeden giriş yapmış bulunuyor.
Bu akşama dair sözü detaylandırmadan önce; Anthony Burgess‘in aynı adlı eserini okuyanlar ve/veya Stanley Kubrick‘in bu eserden senaryolaştırdığı filmini izleyenler, kafalarındaki “kıyas” tuşunu devre dışı bırakmasa da olur. Zira bence, hikayenin temeli düşünüldüğünde tek perde, yaklaşık 75 dakikada gerçekleşen iyi bir özet ile karşılaştığımızı söyleyebilirim. Kitap ve film arasında bile bazı farkların olduğu unutmamalı.
Otomatik Portakal, özellikle kullanılan dil gerekçesiyle, kitap olarak da film olarak da yasaklara maruz kalmış adeta bir yasak meyve. İyilik/kötülük kavramları şiddet, suç, ceza unsurları üzerinden sert bir şekilde irdeleniyor. Bu da, Alex adlı genç yaştaki ana karakterin başına gelenler üzerinden yapılıyor.
Ancak özellikle oyunda da altı çizilen en kıymetli yan; özgürlüğü, seçim hakkı elinden alınan insanın, devlet eliyle, devletin uygun gördüğü şablonda bir kuklaya, makineye dönüştürülme çabası ki malum insan dönüşürse toplum dönüşür. Şimdi bazı lokal ya da global gerçekleri düşününce, “Eser ne kadar ya da nereye kadar distopik?”in cevabını size bırakıyorum.
İşlediği suçlar nedeniyle hapse atıldıktan sonra 655321 olarak kodlanan Alex’in, (gerçekte var olmayan, Pavlov’un köpeği mantığında) Ludovico denen, türlü şiddet sahnelerinin izletilmesi ve istenen tepkinin sağlanması tekniğiyle “tedavi” edilmesi, bu şartlarda özgür (!) bırakılması aklıma mesela şu soruyu getiriyor:
Hür iradenin yaptığı şiddet mi, yaratılmak istenen “idealize iyilik” için devletin tasarladığı insan robotunun uyguladığı şiddet mi daha kötü? Lütfen sözlerimi bir şiddet, kötülük güzellemesi gibi algılamayın. Ancak moda söylemle “büyük resme” bakarak cevaplarınızı kendi içinizde verin isterim.

Üzerine zaten çokça fikir söylenen orijinal eserden çıkıp bu akşama gelmek istiyorum. Tatbikat Sahnesi’nin bu eseri seçmesine şaşırmadım ancak müzikal olarak sahnelemeleri beni ilk anda düşündürmüştü. Ne zaman ki müzikal yapıda tercihin rap olduğunu duydum, taşlar yerine oturmaya başladı. Malum rap’in dili sivridir!
Öncelikle görkemli bir işe imza attıklarını peşinen söylemeliyim. Genelini çok beğendiğim 11 şarkı bestelenmiş. Şarkılara senfonik katkı, durumu benim açımdan daha hoş kıldı ki Beethoven tutkunu Alex’i düşününce eserin ruhuna da gereken buydu.
Müjde Kızılkan’ın enfes yorumuyla, tüylerimi diken diken edip gözlerimi dolduran “DÜŞTÜM” adlı şarkıya “düştüm”. Akabinde gelen ve bence müzikalin marşı sayılabilecek, umut manifestosu “BELKİ BİR GÜN BARIŞIRIZ” da beni çok duygulandırdı. Ancak bende oluşan duygu daha ziyade hüzün oldu. “Umut olan yerde hüzne ne hacet” diye düşünebilirsiniz. Açıklayayım: Bu insanların, birlik olma, sevgi, hoşgörü temelli toplumsal barış için hepimiz adına haykırışları bana bir kez daha aslında ne kadar kötü bir halde olduğumuz gerçeğini hatırlattı. Polarizasyonun temel politika olduğu bir dünyada umut beslemek zor iş. Ancak kuyruğu ve buna mukabil umudu yüksek tutmak, buna yaraşır yol almak şart.
Vokallerden koroya başarılı bulduğum koreografi için Tam Temel ve Evrim Akyay’a; dekor tasarımında farkını her zaman ortaya koyan Barış Dinçel’e; oturduğum yer itibariyla detaylarına hakim olamadığım ama hikayeye yaraşır kostüm tasarımları için Eylül Gürcan’a; hal-i pür melalimizi anlatan lağım çukurları barındıran dekorun özellikle ortancasında kullanılan ışık başta olmak üzere genel olarak ışık tasarımı için Yakup Çartık’a; afiş, kitapçık tasarımında Hande Şiri’ye; işin hem mutfağında hem sahne üzeri performansında yer alan tüm müzisyenler ve oyunculara; koroda yer alan öğrenci, yeni mezun çakı gibi gençlere ve onlara alan açan, işin genelini alnının akıyla kotaran yönetmenler Elvin ve Erdal Beşikçioğlu başta olmak üzere, adı yazımda geçen geçmeyen emek sahibi herkese teşekkürler.
Sonlara yaklaşırken bir ufak öneri: Ben oyunu Zorlu PSM’de izledim. 1. Balkon orta ideal bir seyir sunuyor. Olduramadınız mı? O zaman zemin orta ve arkası çünkü bütüncül izlenmesi gereken bir eserle karşı karşıyasınız.
Bir ufak sitem, sonraki temsillerde tekrar etmemesi adına bir minik uyarı: Prömiyer heyecanına verelim ancak o özenli kitapçıklar sadece zemindeki seyirciye dağıtıldı. Balkon izleyicileri, görevlilere taleplerini sunmasına rağmen sonuç alamadı. Tatbikat Sahnesi, balkondakilere birer kitapçık borçlusunuz:)
Prömiyer olmasına rağmen göze batan bir aksaklık olmaması, işin zamanla daha da lezzetleneceğinin garantisi gibi. Onlar, şartlar elverdiği ölçüde sözlerini söylediler. İşitmeye ve düşünmeye değer.




Oyunun Künyesi Yazan Anthony Burgess Çeviren Beliz & Ünsal Coşar Uyarlayan ve Yöneten Elvin & Erdal Beşikçioğlu Koreografi Tan Temel Evrim Akyay Yönetmen Yardımcısı Selin Tekman Fatih Sönmez Işık Tasarım Yakup Çartık Dekor Tasarım Barış Dinçel Kostüm Tasarım Eylül Gürcan Video Mapping Can Akyürek Afiş Tasarım Hande Şiri Fotoğraf Murat Muratal Solistler Şanışer (Sarp Palaur) Sokrat St (Samet Gönüllü) Ados (Adem Oslu) Kamufle (Basri Fırat Bayraktar) Redo (Burak Kaya) Müjde Kızılkan Oynayanlar Ünsal Coşar Fatih Sönmez Selin Zafertepe Koro Derin Beşikçioğlu Eda Eğilmez Aleyna Tarhan Ozan Akboyun Aslıhan Efe Nilüfer Bayraktutan Defne Akkaymak Gizem Duha Yayla Özgür Yılmaz Mehmet Umut Savcı Aytekin Efe Çetindaş Yavuz Safa Erbilli Berkay Bozkurt Ege Tolga Alperen A. Türkekul Karen Yazel Yivli Sinem Özen Merve Aydaş Deniz Bal Topluluk: Tatbikat Sahnesi Tür: Müzikal & Kabare Seanslar Afiş