Belçikalı oyun yazarı, şair ve simgeci tiyatronun başlıca temsilcilerinden Maurice Maeterlinck, Çağrılmadan Gelen oyununu 1891 yılında yazmış; oyun ilk defa, Mayıs 1891’de Paul Fort’un Théâtre d’Art sahnesinde Paul Verlaine ve Paul Gauguin yararına düzenlenen şiir okumaları ve kısa oyunlardan oluşan bir programın parçası olarak sahnelenmiş. Maeterlinck anılarında, eğer program daha uzun sürseydi, oyununun sahnelenmeyeceğini neyse ki zamanlamanın uygun olması nedeniyle oyununun sahnelendiğini yazar. Ve sonuçta oyun övgü dolu eleştiriler alır. Hem eleştirmenler hem de izleyiciler için aynı derecede çarpıcı olan, yeni oyunculuk yetenekleri tarafından şekillendirilen, kutsal, ilahilerle dolu dize okumalarıyla eşleştirilen, sembolist oyunculuk stilini içeren roman sahnelemesiydi.
Yazarın Körler oyununu hem farklı Güzel Sanatlar Fakülteleri öğrencilerinden hem de sevgili Fulya Peker’in muhteşem rejisi ile deneysel performans olarak şimdi kapanmış olan Culter Sahne’de seyretmiştim. Ariane’la Mavi Sakal ise sevgili Laçin Ceylan yönetmenliğinde BiTiyatro da eğitim alan kursiyerler tarafından sanırım beş sene önce sahnelenmişti.
Maurice Maeterlinck’in insanın bilinmeyen güç karşısındaki tragedyasını ilk defa işlemeye başladığı Çağrılmadan Gelen oyunu daha önce Devlet Tiyatrosu tarafından 1962-1963 sezonunda sahnelenmiş ve oyunu yöneten Asuman Korad aynı zamanda büyükbaba rolünü de canlandırmış.
62 sene sonra oyun İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahneye taşınıyor ve Memet Fuat’in Türkçeye çevirdiği oyunu Lale Ertiş Gençtürk yönetiyor. Sevgili Lale Gençtürk daha önce Arap Gecesi oyununun yönetmenliğini yapmış ancak Ronald Schimmelpfennigin muhteşem metninin okuma tiyatrosu olarak seyirciye sunulması fikrini sevmediğim için oyunu dinleyip unutmuştum.
Numarasız bilet satışı, ön sıranın devamlı protokol olarak rezervasyonu, maalesef amfi oturma sistemi olmadığı için (ikinci ve daha arka sıralardan oyunlar rahat seyredilmiyor) ve de sahnenin üçüncü katta olması (tamam tarihi bina, asansör yapılması mümkün değil) nedeniyle İstanbul’da gitmeyeceğim üç sahne arasında yer alan Garibaldi Sahnesi’ne maalesef oyun başka sahnede oynanmadığı için nihayet gittim.
Maeterlinck’in yapıtlarında baskın bir öge olan körlük bu oyunda da var, önemli olan fiziksel görünüm değil insanın ruhudur. Görülen/görülmeyen ve duyulan/duyulmayan gerçekliğin iletişimdeki farklı etkileri nedeniyle her kavram için yeniden düşünülmelidir.
Çağrılmayan Gelen oyunu, kapıları bahçeye açılan uzaklarda bir evde geçer. Akşam olmaktadır; baba, amca, büyük abla, ve ikiz kızlardan oluşan aile, seksen yaşında neredeyse kör dedeleriyle birlikte bir masanın etrafında toplanır. Bir rahibe olan babanın kız kardeşi beklenmektedir. Yandaki odada anne zor bir doğumun ardından hasta yatmaktadır, aile havadan sudan konuşmalarla bekleyiş endişelerini ve korkularını savuşturmaya çalışır Kör bir karakter etrafında dönen oyunda aslında herkes kendi dünyasına açmıştır gözlerini.
Bana göre yönetmenin ayakta alkışladığım buluşu: nesnelerin dış kabuklarının arkasına sızarak insanların ve nesnelerin derinliklerinde saklı varlığın çeşitli görünümlerine ulaşma çabası olarak tarif edilen simgecilik anlayışına uygun olarak yukarda saydığım aile bireylerinin beden kuklası le oynamaları, yüz maskeleri ile oynanan oyunlar seyrettim ancak oyun metnindeki endişelerin, korkuların, kızgınlıkların, sevinçlerin, üzüntülerin kelimelerle ifade edilmesi ancak tüm oyun boyunca aynı mimik çizgileri ile oyunun sergilenmesi çok etkileyici idi.
Bir sahnede kör büyükbaba benden bir metre uzakta tam karşımda konuşuyorken daha doğrusu beden kuklasını taşıyan iki oyuncu konuşurken gözlerimi ayıramadım, sanki o yüz maske değildi ve kollar oyuncu kollarına tarafından hareket etmiyordu. Arkada masa başında oturan ikiz kızların kıkırdamaları fısıldaşmalarını duyuyor ancak kuklaların maskelerinin hep aynı ifade taşıması nedeni ile acaba duyduğum sesler onlardan mı geldi diye düşünüyordum. Dekor ve Kostüm Tasarımı için Nur Sinem Mete, Işık Tasarımı için sevgili Önder Ay, Koreografi için sevgili Tuğçe Tuna, Müzik için İlhan Kavaklıpınar ve Kukla Tasarımı için Burcu Tansı Kavaklıpınar’ tebrik ederim.
Sahnede kukla ile rol alan yedi oyuncu, Hakan Sivlim, Abdulhamit Mutlu, Vehbi Akıntürk, Erdem Bilgi, Tuğçe Pelin Şartekin, Begüm Mısırlı, Özlem Karataş ve Tuğçe Gürler’i o kuklalara can verdikleri ve kuklalar ile olan senkronizasyonu sağladıkları için ve kuklasız oynayan rolündeki Seda Gün ve Kırkından Sonra oyunundan sonra kayıplara karışan Onur Hanpa’yı kutluyorum. Onur (Hanpa) saatin akrep ve yelkovanını her hareket ettirdiğinde kafamda acaba durduramaz mıyız? zamanı diye düşündüm.
Eksik değil ama oyun son sahnesinde perdenin arkasında anne karyolasındaki bebeği öperken metindeki ağlama sesi daha etkili olmaz mıydı? diye kafamdan geçti.
Tünele yürüyüp sonra Kadıköy’e dönerken vapurda tanıdıklarım arasında POKER FACE diyebileceğim hissettiklerini yüzlerine yansıtmayanlar tanıdıklarım olup olmadığını düşündüm.
Önerim bu oyunu matinede değil, suarede seyretmeniz.
Çok Yaşa Tiyatro
Oyunun Künyesi Yazan: Maurice Maeterlinck Çeviren: Memet Fuat Yöneten: Lale Ertiş Gençtürk OYUNCULAR: Büyükbaba: Hakan Sivlim, Abdulhamit Mutlu Baba (Paul): Vehbi Akıntürk Amca (Oliver): Erdem Bilgi Ursula: Burcu Tansı Kavaklıpınar, Tuğçe Pelin Şartekin Gertrude: Begüm Mısırlı Geneviève: Özlem Karataş Hizmetçi: Tuğçe Gürler Anne: Seda Gün Ölüm: Onur Hanpa Müzisyenler: Piyano: İlhan Kavaklıpınar Çello: Sevim Nur Karcı Dekor & Kostüm & Kukla Kostüm Tasarımı: Nur Sinem Mete Işık Tasarımı: Önder Ay Koreografi: Tuğçe Tuna Müzik: İlhan Kavaklıpınar Kukla Tasarımı: Burcu Tansı Kavaklıpınar Yönetmen Yardımcıları: Vehbi Akıntürk, Abdulhamit Mutlu, Tuğçe Pelin Şartekin Asistanlar: Özlem Karataş, Onur Hanpa Sahne Amiri: Neslihan Eman, Emre Kaynak Kondüvit: Zeynep Reha Bayçöl Işık Kumanda: Kemal Edis Dekor Sorumlusu: Emre Kaynak Aksesuar Sorumlusu: Serkan Dürser Kadın Terzi: Zeliha Özduran Erkek Terzi: Ramazan Çakır Perukacı: Hayati Turan Topluluk: İstanbul Devlet Tiyatroları Süre: Tek Perde Seanslar Afiş