Tek oyunculu oyun olmasına ve gösterişsiz, son derece sade (hatta neredeyse hiç olmayan) sahne tasarımına karşılık romanın da aslına çok sadık kalınmadan ama konunun özüne sadık kalarak işlenmiş bir Albert Camus romanı uyarlaması Sisifos Tiyatro’dan Yabancı.
Oyun, romanın ikinci yarısından direkt mahkeme sahnesinden başlar. Meursault arapları vurduğu andan itibaren başından geçenleri anlatarak başlar tiratlarına. Zeki Demirkubuz’un yerel motifler kullandığı ve aynı romandan uyarladığı Yazgı filmine inat oyunda orijinal Fransız mahkemesi ve orijinal Fransız motifleri kullanılmış. Öyle ki orijinal romandaki karakterlerin isimleri dahi değiştirilmeden yazılmış.
Gelelim romanın orijinaline sadık kalınmayan yerine. Romandaki cinayet mekanı plajken bu oyunda cinayet mekanı değiştirilmiş. Plajın yerini kapalı dar bir oda almış. Güneşin yerini de odanın içerisinde bir o yana bir bu yana üfürüp Meursault’un da ilgisini çeken, konsantrasyonunu bozan ve işleyeceği cinayete sebebiyet teşkil eden vantilatör almış.
Bence oyunda denizin-plajın uçsuz bucaksızlığındansa kapalı daracık bir odanın kolostrofobik atmosferi tercih edilmiş. Bu anlatımlar da son dönem tiyatro oyunlarında sıkça kullanılan, bir trend haline gelen video yerleştirmeler ile anlatılıyor. Video yerleştirmeler çok yerli yerinde ve oyunun metnine-seyrine göre de oldukça kullanışlı olmuş bence. Ama şu var ki düpedüz sahneleri çekip cinayet görüntüsünü izleyiciye vermek yerine ve oyundaki tiplerin yüzlerini göstermek yerine çeşitli animasyonlara da gidilebilirdi. Veya daha efektif görseller verilebilirdi. Video yerleştirmeler her ne kadar anlatılan hikâyeye çok iyi hizmet ediyor olsa ne kadar gayet açıklayıcı olsa da sayıca çok azlar. Oyunun çok az yerinde video yerleştirmeyle karşılaşıyoruz.
Romanın orijinaline sadık kalınmayan bazı noktalar da oyunun dokusu içerisinden yedirilmeyi başarılabilmiş. Romanın 1. Yarısında olan bazı aksiyonlar seyri değiştirilerek aktarılıyor izleyiciye. Örneğin cinayet sahnesini Meursault’un ağzından dinliyoruz. Burası uyarlandığı romana sadık kalınan nokta. Ama Raymond’un yaşadıklarını Mercault’un ağzından anekdotlarla değil Raymond’un kendi ağzından dinliyoruz. Hem de bunları orijinalinde olduğu gibi Meursult’a değil mahkeme salonunda mahkeme heyetine anlatıyor. Oysa orijinalinde Raymond mahkemeye dahi dahil olmuyordu ve bu anlattıklarını bizzat Meursault’a anlatıyordu. Biz de Meursault’un ağzından anekdot şeklinde dinliyorduk Raymond’un başından geçenleri. Oysaki bunu uyarlayan dramaturg veya oyunlaştıran yazar böyle yapmakla orijinaline sadık kalmamış belki ama oldukça akıllıca bir iş yapmış diyebilirim. Çünkü romanın ilk yarısı izleyiciye verilmediği için Raymond’un anlatacakları askıda kalacaktı. Böyle olduğu zaman da Meursault’un neden ve nasıl cinayet işlediğini öğrenemeyecektik. Bu bakımdan Raymond’un anlattıkları gerçekten oldukça önemli. Romanın ilk yarısı alınmadığı için de Raymond’u ikinci yarı olan mahkeme salonuna dahil ettirip anlatacaklarını kendi ağzından anlattırmak oldukça akıllıca ve yerinde bir çözüm olmuş.
Oyuna gelecek olursak da Meursault annesinin öldüğü andan itibaren varoluşunu anlatır, hatırlar, tekrarlar, yeniden yaşar. Halkı şahitliğe çağırır, tabi tüm bunları yaparken de filtresiz konuşur. Bütünlük ve hafıza uğruna, aktardığı bu geçmişin ortaklarına ve tanıklarına bedenini, sesini ödünç verir. Sahnedeki tek oyuncu da tek başına oyundaki tüm karakterlerin-tiplerin diyaloglarını çok güzel canlandırırken Meursault kendi dünyası içerisinde tüm bu diyalogları yeniden aktarır.
Hikâyenin orijinalinde Meursault’a annesinin ölüm haberinin verilmesiyle başladığını söylemiştik. Orijinal olan romanda cenaze sırasında kavurucu sıcakta bu yasın onu ne üşüttüğünü ne de yaktığını görürüz. Romanın ikinci yarısında ise mahkeme salonunda annesinin cenazesinde üzgün olmaması onun hayatına mal olacaktır. Oyunda ise oyunun başlaması ve karakterin neden-nasıl hapishaneye girdiğini gördükten sonra hemen bu konuyla sarsılırız. Sanığın annesi ölmüştür ama annesi öldüğünde kendisi gayet sıradan davranmış tabutun yanında gözyaşı dökmediği gibi bir de sütlü kahve içmiştir. Ertesi gün de işyerinden flört ettiği Marie ile denize ardından da sinemaya komedi filmine gitmiştir. Mahkeme heyeti ve savcı, annesi öldükten sonra neler yaptığını sorup öğrenirlerken sinema programına da bakarak hangi filme gittiklerini de öğrenir hususi. Romanda sadece komedi filmi olarak geçiştirse de oyunda Charlie Chaplin filmi olarak gittikleri film daha da açılır.
Hikâye çok farklı bir yere sapmıştır. Karakter gerçekten işlediği cinayetle değil annesinin tabutunun başında sütlü kahve içmekle yargılanmaktadır. Yönetmen Zeki Demirkubuz bu romana yaptığı uyarlaması Yazgı’da sütlü kahve ile çok daha yerel motifler kullanmıştır, onun karakteri sabah kalktığında annesinin ona kahvaltı hazırlamadığını gördüğü zaman kendisine sahanda yumurta yapar ve çay demler. Daha da önemlisi annesinin öldüğünü gördükten sonra sütlü kahve içerken yanında çekirdek çitlemiştir. Karakterimiz Meursault belki de o zamana kadar kendisine, kendi hayatına yabancı olduğu ve annesinin tabutu başında bilinçsizce yaptığı bu eylemin sonuçlarının bu kadar ağır olacağını, cinayet işledikten sonra anlar. Meursault hak ettiği hapis cezasıyla kalmayacak yaptığı bu eylemden ötürü ölüm cezasına çarptırılacaktır.
Albert Camus’ye göre Yabancı, annesinin cenazesinde ağlamadığı için idam cezası alan bir adamın hikayesidir. Bu oyun ise bana göre Camus’nun romanının modernist, başarılı bir uyarlamasıdır. Oyun gerek dekorla gerek yapılacak daha iyi bir ışık tasarımı ile gerek de video yerleştirmelerin daha efektif kullanılması ile elbette ki daha canlı bir hal alabilirdi. Oyuncunun performansını ne kadar beğendiysem ışık tasarımını ve video yerleştirmeleri de bazı noktalarda yetersiz buldum. Ayrıca video yerleştirmeler eksik olmasına rağmen yerli yerinde olabilmiş. En azından amaca hizmet edebiliyor. Ne kadar basit yolla da olsa -ve eksik olsa da- oyunun anlattığı konuyu izleyiciye gösterebiliyor. Yani eksik ama yerli yerinde bir kullanım. Ek olarak ışık tasarımında da farklı bir yol izlenebilirdi. Işık tasarımının amaca tam manasıyla hizmet etmediği yönünde düşüncelerim var. Işık tasarımının birkaç ışığın yanıp sönmesi ve ışıkların renk değiştirmesi dışında farklı bir tasarıma ihtiyacı olduğunu düşünmekteyim.
Sahne tasarımına gelindiğinde, sahnede sadece bir su kovası ve bir de sandalyeden ibaret olduğu halde tasarım, yokluğu aratmıyor. Çünkü oyun genel bir sahne şovundan çok sadece oyuncunun sırtında duran bir sahne performansı olarak akıyor yetmiş dakika boyunca. Yine de böyle bir oyunda güzel bir sahne tasarım görmek isterdim ve bunun oyunu çok daha ileri taşıyacağından da eminim.
Oyunun yönetmeni Özgür Can Karaburun. Sahnedeki tek oyuncu Emrah Aytemur’un karakterlerin hepsini de muhteşem yeteneği ile oyuna dahil ediyor. Albert Camus’nun çok iyi tanımladığı bu ağır, şiddetli, baskıcı, kör edici atmosferi sahne üzerinde bir daha yaratıyor. Oyunun tek oyuncusu olan ve romanı sahneye uyarlayan Emrah Aytemur’u ayrıca tebrik etmek lazım. Sahnede o kadar tutkulu ki izleyiciyi perde boyunca dinç tutmakla kalmıyor yer yer de şaşırtma yoluna da gidiyor. Her zaman olduğu gibi butik sahnelerde daha ucuz biletler sayesinde sanatsal, kültürel ve aynı zamanda insani kaliteye sahip bir gösteriye daha düşük maliyetle katılabileceksiniz. Büyük sahnelerde oynayan yüksek prodüksiyona sahip popüler oyunlardan değil diye veya büyük bir sahnede oynanmıyor diye tereddüt etmeyin, kesinlikle gidip izleyin!
Oyunun Künyesi Çeviren: Samih Tiryakioğlu Uyarlayan: Emrah Aytemur Yöneten: Özgün Can Karaburun Oynayan: Emrah Aytemur Yapım Koordinatörü: Yiğit Selvi Işık Tasarımı: Armanç Toktaş Müzik: Kıvanç Kürkcü Video Tasarımı: Berna Değirmen, Fatih Değirmen, Faik Onur Acar, Lütfican Umut Yönetmen Yardımcıları: Esengül Pişiren, Armanç Toktaş Reji Asistanı: Tuğçe Enginbağ Konuk Video Oyuncuları: Aşkın Şenol, Bahtiyar Engin, Cengiz Demirbakan, Ecem Gündoğan, Ender Gözü, Mustafa Kırantepe, Nesrin Yücel, Orçun Ertaman, Özgün Can Karaburun, Selçuk Karaca, Sermet Yeşil, Süleyman Karaahmet, Yiğit Selvi Topluluk: Sisifos Tiyatro Tür: Dram-Performans Seanslar Afiş