Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Gençliğimizin baharındaydık, muhtemelen son baharındaydık. Önümüzde fırsatlar vardı, bütün köşeler çoktan kapıldı. Müjdeler havada uçuşuyordu, kara haber tez duyuluyordu. İşte böyle bir zamanda Arif ve Ferdi İstanbul’a geldi. Hiç kimse bunu fark etmedi. Ağzı yok dili yok ama İstanbul “Bir siz eksiktiniz” dedi. Yaşamanın bile zor olduğu bir şehirde üretmek mümkün mü peki?
“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda. Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında.” Ne de güzeldir bu şarkı. Oyunun isminin Ceviz Ağacı olması tam da bu sebeple verilmiş, o an anlıyoruz. Ama öncesinde de Gezi Parkı’ndan bahsediliyor ve ben şahsen bir oyunda Gezi Parkı’ndan bahsedildiği için çok mutluyum. Ancak Gezi Parkı’nı Nazım Hikmet’in bu şiiriyle bağdaştırmak ne derece doğru acaba diye de düşünmeden edemiyorum. Yani doğruluğu ya da yanlışlığından çok, Gezi Parkı’nın tek başına yeterince güçlü bir öykü olmasını elinden alabilir gibi geliyor. Kısıtlayıcı bir söyleme itip onu salt Gezi Parkı olmaktan çıkarıp, ideolojilere bağlama zorunluluğu mu yaratır endişesi daha çok.
Sevgili Selim Özden Karadana’nın ikinci oyunu Ceviz Ağacı işte bu türden ve benzer soruları sormama sebep oldu. Hem günceli ve gündemi yakalaması ile bayılmışım, hem de text elime verilseydi şunları atabilirdim diye düşünmüşüm…

Bir yandan Ankara Sanat Tiyatrosu’nun oyunlarıyla geçmiş bir çocukluktan gelmiş olduğum için Gülhane Parkı şarkısı ile bir oyunu bitirmek bana oldukça evde, nostaljinin sıcaklığı içinde hissettirirken, bir yandan da Gezi’yi bir oyunda görmenin heyecanı içinde, konular üstünde yazarın biraz daha derinlemesine durmasına dair bir ihtiyacı da düşündürdü. Çünkü tiyatro tam da kör göze parmak sokmamamız ve bir konuyu farklı sembollerle, anlatım biçiminde çeşitlendirerek ifade etmemiz gereken bir sahne sanatı değil mi? Evet, belki yazarın kendi dünya görüşünü gizlemesine izin vermeli ama etrafında döndüğü konu derinlemesine kavrandığında da ufaktan izler bırakmalı sanki…
Diğer yandan, oyunu salt tiyatro biçimi olarak değil de, temel meselesi bakımından ele aldığımda da, oyuncu arkadaşlarımızın ya da memurluk dışında kalan sanat kollarıyla uğraşan kişilerin Türkiye sınırları içerisinde gördüğümüz, gözlemlediğimiz ve içinde olduğumuz durumları çok güzel noktalardan ele aldığını düşündüm. Yoğunlukla da kahkahalara boğuldum diyebilirim.
Oyuncuların genç olması da oyuna ayrı bir samimiyet katıyor hatta. Bir tek, hala taklidi biraz aşırı ya da teatraldi. Ama bunu değerlendirmeden önce de bir oyuncunun her oyun performansının farklı olduğunu unutmamak gerekir tabii.
Unutmamamız gereken diğer şey de, Türkiye’de tiyatro yapmanın hala ne kadar zor olduğu ve oyundaki Arif’le Ferdi gibi şu an ödeneksiz sahnelerde tiyatro yapmaya çalışan nice idealist gencin varlığı.
Belki de Selim’in oyunları yukarıda dem vurduğum bu türden bir iz bırakma hususu ile tekrar izlenmeli ve bu çiçeği burnunda yazarın alt metin okuması da bu çerçeveler doğrultusunda yapılmalı. O halde yeni yazarları anlamak ve onları teşvik etmek için biz izleyicilere de iş düşüyor diyerek, görev dağılımını onaylıyorum.
Ne de olsa Ceviz Ağacı, dinamik bir sahne trafiği, bir an bile enerjileri düşmeyen ve çok iyi paslaşan iki genç oyuncuyu bir araya getiriyor. Üstelik de gündemi gündeminden indirmiyor: Hala evinden, kuzen çocuğu evine, kaş-kuş pideden, metaverse alemine, bardan, dizi ortamına, reklam filminden, beylik tiyatro seçmelerine, Güldür Güldür ortamından Ömür Gedik açıklamalarına kadar, bu ülkede olup biteni mizahi bir bakış açısıyla izliyoruz.
Şimdiden iyi keyifler!











Oyunun Künyesi Yazan-Yöneten: Özden Selim Karadana Oynayanlar: Adil İrfanoğlu – Oguzhan Aksu Yönetmen Yardımcısı: Ertül Erdan Dramaturji: Kemal Tosun Işık Tasarımı: Yasin Gültepe Hareket Tasarımı: Utku Demirkaya Ses Tasarımı: Anıl Balkan Dekor: Metin Gümüşoğlu Kostüm: Boa Kolektif Oyun Fotoğrafları: Emre Mollaoğlu Tanıtım Filmi: Haydar Şahin Teknik Sorumlu: Ammar Özçelik Sanat Yönetmeni: Aytekin Atabey Yapım: Boa Sahne Seanslar Afiş