Tema yeraltında yaşayan manik depresif, dünyayı terk etmiş ve kasıtlı bir yalnızlık durumunda var olan zeki, nevrotik, bıkkın bir adamın mutsuz durumunu açığa çıkaran vahşi bir monolog dizisidir. Dostoyevski’nin ölümsüz eseri, ilk olarak 1967’de RSC‘de yönetmenlik yapan ilk kadın olan Buzz Goodbody tarafından üretilmiştir. Bu roman uyarlaması oyunun yeni yapımı, yaratıcı bir sahne olan Moda Sahnesi tarafından Kemal Aydoğan rejisi ve Hilal Eren çevirisi ile yaklaşık dört sene evvel Türkçe olarak yeniden bizim sahnelerimize uyarlandı.
Dostoyevski‘nin dünyanın ilk varoluşçu eseri olarak kabul edilen klasik romanından uyarlanan ve yayınlanmasından sonra pek çok sanatçı ve yazar üzerinde büyük etki bırakan bu olağanüstü eser, acı çekmenin doğasını araştırıyor. Bu tiyatro uyarlaması ise hem korkutucu hem de yakıcı derecede komik. Psikolojiniz bozulur, bunalıma girerken eğleneceksiniz.
Karakterimiz Gerçek Dünya’dan hem dehşete düşmüş hem de küçümsenmiş ve dışlanmış haldedir. Kendi yarattığı yeraltı dünyasında beslediği felsefeyi paylaşıyor ve kendisi gibi davranmanın neden çok doğal ve çok gerekli olduğunu monologlarında açıklıyor. Başkaları ile iletişime girdiğinde yukarıdaki dünyadan yani bizim yaşadığımız dünyadan hikayeler anlatır bizlere. Ve hikayeyi dinleyen bizler de bilinçli olarak kendini yok eden, bilinçli olarak kendisine eziyet çektiren bu adamın dünyasına gireriz. Dünyasını tanımaya başladıkça hem deliliğini hem de acılarını anlarız.
Karakteristik bir cesaretle sunulan gösteri, Gökhan Azlağ tarafından hayat buluyor. İçeri girdiğimizde, koltuklarımıza yerleşirken üzeri onlarca askılık benzeri nesnelerle var edilmiş platforma elindeki yün iplikleri dolayan koyu sakallı oyuncuyu görürüz. Bir taraftan psikopatça elindeki yünleri platforma dolarken bir yandan da hafif şeytani bir gülümsemeyle bizi kesmektedir. Oyunun sonlarında karakter iyice delirdiği vakit yünleri çok daha sert ve çok daha yoğun bir şekilde dolar. Başta sadece alttan üste doladığı yünleri bu sefer karşılıklı ve çapraz olarak da dolar. Platformu yünlerle kuşatır. Öyle ki zaman zaman kendi doladığı yünlere kendisi dolanır. Sahne tasarımı Bengi Günay’a ait.
Oyuncunun anlatımındaki manik coşku sürükleyici; doktorlara inansa ve tıbba saygı duysa da inatla neden tedavi olmadığını anlattığı zaman ve özellikle de ağrıyan ciğerinden bahsettiği zaman hermetik umutsuzluğu çağrıştıran başka bir roman karakterini, Zebercet’i (Anayurt Oteli) anımsatıyor.
Dostoyevski‘nin kahramanı, kendisini matematiksel olarak mükemmel bir sistemin karınca benzeri bir üyesine dönüştürecek sosyal ütopyacılara da öfkeleniyor: toplum. Karakter yetersizliklerini ve eksiklerini “kendi dünyası” olarak gördüğü korunaklı bölgesi, “Yeraltı” ile kapatmaya çalışmaktadır. “Yeraltı” onun güvenli bölgesidir. Söz konusu hermetik alan, Çarlık Rusya’sının son döneminde giderek değersizleşen “insan” ın ve eril hegemonyanın korunduğu “kurtarılmış bir bölge” dir onun için. Eserin orijinali üzerinde bir güncelleme, bir modernleştirme gereksiz olsa bile yönetmen Kemal Aydoğan, hikaye anlatıcısının o dönemdeki birikmiş aşağılanma duygusunu hala daha canlı bir şekilde yakalayarak izleyiciye vermeyi başarıyor.
Arkadaşları ile gerçekleştirdiği akşam yemeğinde kendisine nasıl dışlanmış muamelesi yapıldığına dair hatırası, bize unutulmaz hakaretlerin yok olmadığı ve eserin asla ölmediğini, zamanımızda dahi hala yaşadığını hatırlatıyor. Sonrasında ise kahramanın gözlerini açtığı anda kendini genelevde bulması ve bir fahişeyle karşılaşması hikayede karakterin en zayıf düştüğü an olmasına rağmen, Dostoyevski’nin yarattığı karakter bunu hem kendinden hem de var olan her şeyden nefret etmenin coşkusuyla çok dolu bir şekilde aktarıyor. Tüm bunlar, için için yanan bir endişeyle dolu, sinir bozucu bir 75 dakika boyunca sürüyor ve bu da Moda Sahnesi’nin dünya dramasının eziyetli anti-kahramanlarını Türk sahnelerinde oynatmak için iyi donanımlı olduğunu gösteriyor.
Roman, Çarlık Rusyası’nda dönem insanının sosyalleşme açısından içine sıkıştığı çıkmazı ve buna bağlı olarak içine gömüldüğü yabancılaşma ve yalnızlığı konu olarak merkezine almaktadır. Yozlaşan toplumda aşılamayan iletişim problemini anlayışsızlık, umutsuzluk ve kopukluğun tükettiği insanı, sunduğu karakter üzerinden ele alır. Bu açıdan bir ilk varoluşçu eser olarak edebiyatta kendine yer edinen eser, karakterin çöküşü üzerinden bir dönemin bitişini simgeleyerek toplumsal bir trajediyi gözler önüne sermektedir. Bu tiyatro uyarlaması ise eserin orijinaline sadık kalmış, Zeki Demirkubuz’un Yeraltı filiminde yaptığı gibi günümüze ve toplumumuza uyarlamamış, hikayeyi orijinal romanda bahsi geçen dönemde ve toplumda yaşatmıştır.
*Oyunu 30.01.2024 tarihinde Moda Sahnesi’nde izledim.
Oyunun Künyesi Yazan: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Çeviren: Hilal Eren Yöneten: Kemal Aydoğan Oynayanlar: Gökhan Azlağ, Sinem Kurt Sahne Tasarımı: Bengi Günay Işık Tasarımı: İrfan Varlı Yönetmen Asistanı: Cem Burçin Bengisu, Duygu Tunç Tanıtım Videoları: Enes Korkmaz Topluluk: Moda Sahnesi Tür: Trajedi, Dram Seanslar Afiş