“Gabriel, Kitab-ı Mukaddes‘te Tanrıʼnın gücü eşliğinde Tanrıʼnın işlerini insanlara bildirip elçilik görevi yapan insanımsı (veya insan görünümlü) bir melektir: Eski Ahit’te Cennetin gözetmeni, birinci semanın hakimi, Tanrı ile insan arasındaki en önemli aracı, tabiat güçlerini yöneten, adalet ilkesi vs. olandır.
Archangel Gabriel ya da Gabrielle en çok tanınan meleklerden biridir. Biz yaşadığımız coğrafya içerisinde onu Cebrail olarak tanıyoruz. İsmi ‘Tanrı’nın Gücü’ anlamına gelir. Kendini bazen erkek, bazen de dişi olarak gösterir. Tanrı’nın mesajcısı olarak tanınır ve kendini ‘Sevginin Zambağı, Gerçeğin Trompeti ve İyi Haberlerin Ulağı’ olarak tanıtır. “
Oyun, tam olarak bu olmasa da buna benzer bir tanımlama ile sahnedeki oyuncunun Gabriel meleğini seyirciye tasvir etmesi ile perde açıyor izleyiciye. Daha sonra Angeliki ve Angelos’un diyalogları ile devam ediyor. Gabriel meleğini izleyiciye anlatan oyuncu da daha sonra Berna karakterine bürünecektir.
Evet anlatımlarını klasik biçimde hoparlörden veya sahne arkasına saklanan oyuncularla değil sahnedeki oyuncuları o anlığına tanrı anlatıcı konumuna sokarak yapıyorlar. Dahası da görevi biten oyuncu sahne arkasına kulise saklanıp tekrar diyaloğu geldiği an sahneye gelmiyor. Sahnede görevi biten yani sahneden çıkması gereken, o anlık diyaloğu hatta rolü olmayan oyuncu sahnenin kendisine ayırılmış olan alanına giderek sırasını bekliyor. Bu süre içerisinde de tanrı anlatıcı rolüne bürünerek oyuna ilişkin bir anlatım yapacak olan bir oyuncu kenardan gür bir sesle oyunda anlatılan melek ve gibi figürleri veya bazı karakterlerin hikayelerini anlatıyor.
Oyunun bu şekli tiyatroda yeni bir yöneliş. Açık biçim olarak tanımlanıyor. Oyun her ne kadar epik tiyatro olmasa da hatta Aristotalyen anlayışa daha yakın olsa bile şu ana kadar bahsettiğim oyunun açık biçimde oynanması oyunun içerisinde bir şekil yabancılaştırma efekti olarak algılanabilir. Oyunu bu yönüyle hatta birazdan bahsedilecek belli sebeplerden de ötürü bir melez tür olarak nitelendirilebilir. (Aynı benzetmeyi ekibin diğer oyunu Feramuz Pis oyununun eleştirisinde bulabilirsiniz). Oyunu sahneye koyan Tiyatro Dea ismindeki ekibin şu anda sektörde olan diğer oyunu da aynı biçimsel özelliklere sahip. Ve Feramuz Pis oyun incelememde de bunlardan bahsedilmişti. Ayrıca bu oyun da diğer oyun gibi prömiyerini İstanbul Tiyatro Festivali’nde yaptı.
Oyunun metninin yazım tekniği ile ilgili bir özelliğe gelirsek de oyunda ustaca kurgulanmış bir paralel kurgu tekniği var. Bu yönüyle sinemayı da bize çağrıştırıyor. Yanlış anlaşılmasın oyunun metni bir sinema filmi gibi kurgulanmış demek istemiyorum sizlere. Sinemadan veya edebiyattan paralel kurgu tekniğini emanet almış denilebilir. Çünkü şu ana kadar paralel kurguyu bu derece güçlü kullanan bir oyunla daha karşılaşmamıştım.
Birbiriyle hiçbir bağı olmayan 3 çiftin yolları bir noktada kesişir. İzleyeceğiniz hikaye üç çiftin hayatlarının nasıl kesiştiği değil her çiftin kendi hikayesi. Yaşam şekilleri tamamen farklı olsa da hepsinin çok trajik bir hikayesi var. Hepsinin hikayesi birbirinden bağımsız. Ama hepsinin de hayatını kesiştiren ortak bir nokta var. Bu yönüyle bana A. Gonzalez İnarritu filmlerini anımsattı. Tiyatroda paralel kurgunun nasıl yapılacağına çok iyi bir örnek teşkil ediyor bu oyun.
Oyunun başında Angeliki ve Angelos’un ellerinde dürdükleri kırmızı tülün oyunda bu kadar etkin olacağını kırmızı tülü oyunun başında gördüğüm zaman düşünememiştim. Ellerinde dürdükleri o kırmızı tül oyun içerisinde şekilden şekle girerek bebek, balık sepeti ve daha bir çok şey olacak.
Hikayenin tamamı Midilli Adası’nda geçer. Oyunun dekor tasarımcısı da oyunun aynı zamanda yönetmeni olan Ahmet Sami Özbudak. Sahne tasarımcı olarak Ahmet Sami Özbudak dekor tasarım konusunda gayet çalışkan. Titiz ama hepsinden de önemlisi yenilikçi davranmış. Sahneye Midilli Adası’na ilişkin bir tasarım yapmamış olmasına rağmen oyun yazarı Sema Elçim metni öylesine titizlikle kurgulamış ki izleyenin; oyunun Midilli Adası’nda geçtiğini anlayabilmesi için oyun kişilerinin repliklerinde “burası Midilli Adası” ve gibi şeyler söylemesine hiç gerek duymuyorsunuz. Ama sadece bununla kalmıyor, dekor tasarımda Midilli Adası ile ilgili bir görsel olmamasından bahsettim ancak bahsettiğim oyun içeriğinde yaratılan atmosfer ve reji yorumu ile kendinizi adeta Midilli Adası’nda bulacaksınız. Bunların dışında gök gürlemesi, yıldırım gibi ses ve efektler ile de bir ada atmosferi, oyunun sahnesine ilişkin bir doğa durumu izleyiciye net bir şekilde veriliyor oyun içerisinde. Bu ses ve efektler de Yasin Gültepe’ye ait.
Oyunun dekor tasarımından bahsederken dekor tasarımındaki yeniliği söylemiştim. Bu yüzden de dekor tasarımından bahsetmeden bitiremeyeceğim yazımı kesinlikle. Çünkü dekor tasarımında olağanüstü ekipmanlar, olağanüstü bir tasarım kullanılmamış veya oyun içeriğine-biçimine tam oturaklı dekorlar da kullanılmamış. Onun yerine yenilikçi bir yöntem izlenilmiş. Sahnenin ortasında köprü gibi gözüken ince uzun tahtadan yapılma bir platform mevcut. Oyunun çoğu bu platformun üzerinde geçiyor. Platformun altı tekerlekli oyunun seyrine göre oyuncular tarafından sağa ve sola kaydırılıyor. Bir platform diyerek geçmeyin bence bu platform çok şey anlatıyor. Hem görüntüsü ile köprüyü anımsatıyor hem de oyuncular arasında köprü görevi görüyor. Ancak esas görevi aksiyonun gerçekleştiği zemin olarak görev görmesi denilebilir.
Sizlere oyunla ilgili çok spoiler vermek istemiyorum. Çünkü oyunu çok beğendim. Ve herkesin gidip izlemesini kesinlikle öneriyorum. Ama yine de fikrinizin olması için oyunu yorumlayarak kısaca özetleyeceğim: Angeliki ve Angelos 6-7 Eylül Olayları sonrasında İstanbul’dan adaya göç etmiş bir Rum ailesidir. Adadaki başka bir kişi de adlarını Turco’ya çıkartmıştır. “Türk” olarak anılmak onlar için utanç kaynağıdır. Bu anlatımda yazar Sema Elçim Türk ve Yunanlılar arasındaki siyasi gerginliğin bireyler üzerine nasıl sıçradığını gösterirken ırkçılığa da ışık tutuyor. Oyun bu bağlamda içeriğinde sadece dram-hüzün değil ciddi bir politik ve sosyolojik yapı da içeriyor.
Angeliki ve Angelos’un hayatlarındaki tek sorun bu değildir elbette. Kızları ile ilgili aile içi bir sorunları da vardır. Hem çocuklarıyla hem de çevreleriyle alakalı bir çok sorunla baş etseler de bunların içinde en büyük sorunları torun sahibi olamamalarıdır.
Ardından bu çiftin adaya gelen turistlere kiraladıkları tarihi evlerine tatile Türkiye’den bir çift gelir. Berna ile Berk on senelik evliliklerinin ardından evliliklerinin finali üzerine birbirlerinden habersiz kararlar almış; bu finali gerçekleştirmek için de Midilli Adası’ndaki Angeliki ve Angelos’un tarihi evini seçmişlerdir.
Oyun bize sadece Berna ve Berk’in aile içi sorunları ile Angeliki ve Angelos’un aile içi – aile dışı sorunlarını anlatmaz. Bunları anlatırken Angeliki ve Berk’in Türk – Yunan çekişmesine dair karşılıklı atışmaları ile hem Yunan – Türk gerginliğini, Türk – Yunan rekabetini özetler. Böylelikle de iki ülke arasındaki politik problemlerin bireyler üzerinde bıraktığı etkiyi gösterir.
Oyunda sadece Berna-Berk ve Angeliki-Angelos yoktur elbette. Mora kampında sıkışıp kalmış Mirvan ve Yana’nın da hikayesini izleriz aynı zamanda. Bu çift ise birbirini çok sevmektedir. Ancak içine düştükleri durumdan dolayı sürekli birbirleri ile atışırlar. Geleceklerine dair kararları farklıdır. İkisi de farklı bir gelecek ve farklı bir yaşam istemektedirler. Bir de bu çiftin bebeği vardır. Ancak birisi geldiği yere dönmek isterken birisi orada kalmak ister. Bebeklerinin akıbeti belirsizdir. Esas trajik-travmatik olansa geçmişte Yana’nın zorla dini değiştirilmiştir. İlerleyen zamanda bu çiftin de yolları diğer çiftler ile kesişecektir. Ama yollarının nasıl kesişeceğini, oyunda neler olacağını size söylemeyeceğim çünkü oyuna gidip izlemenizi ve bunları sahnede görmenizi istiyorum.
Yazarın metnine yapılan reji yorumu da oyunculuklar da gayet başarılı. Ancak bence bu oyundaki en önemli faktör oyun metni. Gerçekten çok ustaca kurgulanmış bir öykü var ortada. Bir de çok ustaca işlenmiş diyalogların, konunun altında yatan ciddi bir politik ve sosyolojik altyapı olmasından kaynaklanıyor. Belli yerlerinde Hristiyanlık inancına dayalı dini anlatımları da mevcut. Hatta hristiyan- müslüman çatışması üzerinden sadece bir çatışma verilmiyor o çatışma ile de çok politik bir olguya vurgu yapılıyor. Yani oyun trajik olduğu kadar da politik, sosyolojik yapısı ile izleyeni hem hüzünlendiriyor hem bilgilendiriyor hem de düşündürüyor. Bu nedenledir ki oyunun yazarı Sema Elçim 2022 senesi Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri’nde Yılın Oyun Yazarı ödülüne layık görülmüş.
Oyunun layık görüldüğü tek ödül bu değil elbette yine 2022 senesinde Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde Özgün Tiyatro Müziği ödülüne de sahip. Oyunun müzikleri Vehbi Can Uyaroğlu’na ait. Anladığınız üzere de oyunda her şey orijinal. Şu ana kadar bahsetmedim ama oyunun ışık tasarımı da oldukça oyunla uyumlu ve tasarım oldukça etkili üretilmiş. Işık tasarımı ise Yasin Gültepe’ye ait. Işık operatörü Uğur Aksu.
Sizlere tekrardan bu oyunu izlemenizi öneriyorum. Gabriel’in Düşü 17.12.2023’de Baba Sahne’de 27.12.2023’de de Das Das’da oynanacak. Şimdiden tüm tiyatro severlere hatta tüm sanat severlere iyi seyirler dilerim.
(*) Oyunu Bakırköy House Of Performance Sahnesi’nde 01.12.2023’te izledim.
Oyunun Künyesi Yazar: Sema Elcim Yönetmen, Dekor Tasarım: Ahmet Sami Özbudak Yönetmen Yardımcısı: Kerem Pilavcı Dramaturg: Selen Korad Birkiye Işık Tasarımı: Yasin Gültepe Müzik: Vehbi Can Uyaroğlu Koreograf: Alpaslan Karaduman Işık Operatörü: Uğur Aksu Ses & Efekt Operatörü: Cenk Sökmen Afiş Tasarım: Acar Alpay Asistan: İrem Aslanhan Fotoğraf: Murat Dürüm Oynayanlar: Ayşegül Tekin, Banu Çiçek, Batur Belirdi, Burak Tamdoğan, Çiçek Dilligil, Kerem Pilavcı, Oğuz Öztekin, Ersin Umut Güler, Kubilay Penbeklioğlu, Hande Öykü Ekmen Topluluk: Tiyatro Dea Tür: Dram Seanslar Afiş