Batı Sahne, henüz çok yeni ve genç olmasına karşın, iddialı projelerle kısa zamanda dikkâtleri üzerine çekmeyi başardı. Basit komedilere kaçan, seyirciyi salt “müşteri” olarak gören anlayışa inat, çarpıcı eserleri sahneye koyarak sanatta, “Ben de varım,” diyor. Bu durumun en iyi örneklerinden biri de kuşkusuz, inceleyeceğimiz oyun olan, Koleksiyoncu.
Bir roman uyarlaması olarak karşımıza ilkin, William Wyler‘ın yönettiği 1965 yapımı film olarak çıkar. Dönemin koşulları ele alınarak değerlendirildiğinde bile film, ilham verici olmakla beraber, sinemanın önemli yapıtları arasında yer alan, saygın bir konumdadır. Özellikle film müziklerinin hikâyenin atmosferini sağlamaktaki başarısını söylemeden edemeyeceğim.
John Fowles’in romanından uyarlanan oyuna gelince, öncelikle romanın tiyatroya uyarlanışındaki biçimsel güçlüklere değinmek gerekir düşüncesindeyim. Klâsik dramatik yapının istediği, Artistocu düşünce denilen, yer, zaman ve olay birliği ile yoğunlaştırılmış olması ve bunun dışında, çatışmanın ve eylemin etkili verilebilmesi, diyaloglarda anlatıcılığa kaçan, monologlardan oluşan bazı tercihlerin, metni oyunsuluktan uzaklaştırması gibi temel sorunlar çıkar karşımıza. Bu konuda, dramatug Aleyna Bozan’ı tebrik etmek gerek. Çünkü bu zorlukların başarıyla üstesinden gelebildiğini düşünüyorum. Seyirciyi sıkmadan, merak öğesini diri tutarak, başından sonuna kadar bütünlüklü yapıyı koruyan nitelikli bir yorum yaptığı görüşündeyim.
Oyunun farklı mekânlarda veya zaman aralığında geçen sahnelerinde, (örneğin; banyo sahnesi gibi) rejisör Veysel Sami Berikan’ın projeksiyon perdesi seçimini yaparak, oyuncuların kullandıkları küçük sahne olanaklarını genişletme fikri, mekân ve zaman sorununu çözdüğü gibi, seyircide yabancılaştırma etkisini de yaratması açısından etkili bir uygulama olmuş.
Aslında, hikâyenin konusu, son derece “rahatsız” edici. Çünkü sanat eğitimi alan Miranda, bir gün, ona saplantılı biçimde âşık olan Frederick tarafından kaçılır. Evinin bodrumunda Miranda’ya harika bir hayat sunduğunu vaat eden bu adamın elinden kurtulmaya çalışan genç kadın, zaman içinde kendiyle yüzleşecek, yaşamak için olanca gücüyle mücadele edecektir. Saygı görme ve sevilme arzusuyla hareket eden Frederick ise, her zamanki gibi hayal kırıklığına uğrayacaktır. Bu takıntılı adam, zaman zaman seyirciyi dönerek, kendi suçuna ortak aramakta veya kendi günahını hafifletmeye çabalamaktadır. İşte bu yüzden Koleksiyoncu, seyredebileceğiniz en sarsıcı oyunlardan biri olabilir. Bunda elbette iki oyuncunun da önemli payı var kuşkusuz: Gamze Aygün ve Atila Acar. Hikâyeyi aktarırken oldukça inandırıcı ve dengeli olduklarını söylebiliriz; hatta öyle ki, oyun bitip de selama çıkıldığında, Atila Acar’ın seyircilerin arasından geçip sahneye çıkarken ilkin, yaptıklarından ötürü Frederick’in etkisinden çıkılamadığından, alkıştan önce bir an tereddüt ediyor insan: “Evet, o artık Frederick değilmiş,” diye.
Dekor ve kostümleri başarılı bulmakla beraber, sahne derinliği açısından, görme olanağının daha az olduğu yerlerde oyuncuları o alanda uzun süre tutmamanın daha doğru olacağını düşünüyorum. (Örneğin, yatağın başlığının arkasında oyuncunun uzun süre kalması, aynı anda öteki oyuncunun sırtının seyirciye dönük olması gibi.) Gözüme çarpan bu ufak detayın, oyunun genel başarısına etki etmediğini söylemek yersiz olmayacaktır.
Batı Sahne ekibinin, sanat yolculuğunda önemli işlere imza atmaya devam edeceğine inanıyorum.
Yaşasın tiyatro, yaşasın keçilerin inadı!
Oyunun Künyesi Yazar: John Fowles Çevirmen: Gizem Ertürk Yönetmen: Veysel Sami Berikan Yönetmen Yardımcısı: Madina Çokuapha Dramaturg: Aleyna Bozan Genel Sanat Yönetmeni: Can Dalkılıç Görüntü Yönetmeni: Görkem Kiter Oyuncular: Gamze Aygün - Atila Acar Topluluk: Batı Sahne Tür: Dram Seanslar Afiş