MerdivenAltı Tiyatro’dan “Küçük”ün yönetmeni Barış Can Çelik oyun ve türü ile ilgili kafamıza takılan soruları yanıtladı.
Oyunun türü tam olarak nedir?
Oyunumuzun türü in-yer-face. Peki nedir in-yer face?. Türkçe’ye çevirecek olursa “Suratına Tiyatro” diyebiliriz.
Aslında vakt-i zamanında DOT Tiyatro öncülüğünde Türkiye’de tanıştığımız bir akım in-yer-face. 90’lı yıllarda Birleşik Krallık’ta ortaya çıkan bir akım. Çok eski sayılabilecek bir tür değil yani. Eleştirmen Alex Sierz’in “Suratına Tiyatro” kitabını okumanızı tavsiye ederim. Detaylıca in-yer-face akımını anlatmış. Freud’un görüşlerinden biri olan haz ilkesini savunmakta esasında. Ya da ben öyle düşünüyorum. Tartışmaya çok açık bir tür. Sabaha kadar konuşabiliriz.
Seveni çokça olduğu gibi sevmeyeni de bir hayli fazla. Sadece bizim ülkemiz için geçerli değil bu. Bazı ülkelerde küfrederek salondan çıkan seyirciler biliniyor. Bizim bir kere başımıza geldi. Bir hanımefendi şiddetin en pik yaptığı sahnelerin birinde kapıyı çarparak çıktı. O sırada ben rejiden seyrediyordum oyunu. En dikkatimi çeken durum seyircilerden bir kişi dahi kapı sesine dönüp tepki vermedi. Herkes oyunun içindeydi. Cinsellik, şiddet, cinayet, uyuşturucu gibi seyirciyi rahatsız etmeyi ve iliklerine kadar germeyi ön plana koymuş bir tür in-yer-face. Ne kadar gerçekçi olursa ve seyirciyi koltuğuna çivilerse o kadar iyi bizim için.
Oradaki oyunculardan biri küçük bir hata yaparsa yaralanma ihtimalini düşündüm. Provada ya da herhangi bir temsilde böyle kazalar oldu mu?
Provalarda herhangi bir yaralanma olmadı çok şükür. Ama bir oyunda Bihter ile Burak’ın sahnesinde Burak’ın kafası Bihter’in burnuna çarptı. Gerçekten kanadı Bihter’in burnu. Bihter oyunu zar zor atlattı. Tüm ekip çok gerilmiştik ama şükür ki çok ciddi bir durum olmadı. Tabi o anın acısını çeken Bihter’e de sormak lazım bu durumu.
Aslında şöyle bir durum var. Ben rejilerimi her oyunumda çok net sabitlerim. İtalyan sahnede yönettiğim fars ve vodvillerde her şey çok nettir. Ama Küçük’te oyuncuların inisiyatifinde her şey. Seviyorum o heyecanı. Rejiler, sınırlar ve genel hatlar belli elbette. Ama ekibin her temsilde bir “an” keşfetmesi beni daha da tetikliyor. Yeri geliyor oyun esnasında gerçekten sinirleniyor birbirlerine. Ama oyun sonrası herkes şen şakrak.
Oyunun yaratım sürecini kısaca anlatır mısınız?
Esasında biz MerdivanAltı Tiyatro olarak 6 kişi yola çıktık. Amacımız in-yer-face yapmak değildi. Var olan dertlerimizi seyirci ile paylaşmak ve bize gönül veren oyuncu dostlarımızla aynı payda da buluşmak istedik. Bundan 10 yıl evvel İkinciKat’ta seyretmiştim Küçük’ü; belki daha eski. O zamandan beri aklımda bu oyun. Tabi sahneleyebileceğimiz yerlerin alternatif sahneler olması şarttı. Her yerde oynanabilecek bir oyun değil. Yıllardır bu akıma ekstra bir ilgim var. Ekibime bu oyunu yapalım dedim. Herkesin yükseldiğine şahit olduğumda, doğru tercih olduğunu hissettim. Tabi burada Sami Berat Marçalı’nın kalemi de çok ciddi ön planda. Çünkü oyunu seyrettikten yıllar sonra metni tekrar okuduğumda aynı etkiyi aldım.

Yazarın etkilendiği hikaye ve bir olay var mıdır?
Bununla alakalı net bir bilgim yok açıkçası. Ama Sami Abi’nin bir videosunu izlediğimde –şu an yanlış hatırlıyor olabilirim- genelde önce bir resim çiziyor ve o çizdiği resmi oyunlaştırıyor. Küçük oyununu yazmadan önce, yatağa bağlı bir kadın çiziyor ve sonrasında bu resmi oyunlaştırıyor. Eğer yanlış hatırlıyorsam affına sığınıyorum.
Oyun gerçekten zor bir oyun neden böyle bir oyun seçtiniz? Metinde olan, ama bu kadar da olmaz dediğiniz yerler var mıydı? Varsa neye göre elediniz?
In-yer-face seviyorum. Aslında metnin daha fazlasını sahneye koyduk desem yeridir. Metin daha nahif. Oyuncuları seçmeden evvel, ekip arkadaşlarımla yaptığımız ilk toplantıda konuştuk. “Metinde kaldığı gibi kalmayacak.” dedim. Metnin zaten ağırlığı, gidişatı, gerilimi belli. Nasıl daha fazlası olacak diye ilk etapta ürktüler. Projeyi çok fazla reddedip oynamak istemeyen oyuncu arkadaşlarımız oldu. Hepsine sonsuz hak veriyorum. Ama o kadar da riskli, zor ve ağır bir oyun olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Oyunun yazıldığı tarihten bu yana –her ne kadar 50 yıl geçmiş olmasa da- gençlerin dünyaya ve hayata bakış açısı, teknoloji, ilgilendiği sosyal platformlar, kazançları, eğitim hayatı, siyasi görüşleri, insan ilişkileri, psikolojileri, aile hayatları bir hayli değişti. Her şeyden öte hepimizin değer yargıları değişti. Biz bu sosyolojik negatif psikolojinin ne kadar üstüne çıkabileceğimizi tartışıyoruz oyunda. Toplum tarafından öngörülmeyen veya tasdiklenmeyen ama herkesin içinde var olan dürtüleri anlatarak, insanın aslında nasıl içgüdüsel ve acımasız bir varlık olduğunu tartışıyoruz. Tabi aileden geçiyor her şey. Heykel gibi. Doğduğumuz andan itibaren nasıl şekillendiriliyorsak ya da bize ne yükleniyorsa, biz oyuz aslında. O yüzden “Küçük” sert değil, çocuklara bıraktığımız dünyanın yanında hiçbir şey.
Ben oyunu izlerken aşırı gerildim, kendimi Alfred Hitchcock filminde hissettim adeta. Bu türden tavsiye edeceğiniz oyunlar var mı?
Bir Hitchcock hayranı olarak gerilmenize sevindim desem ayıp etmiş olmam umarım. Şu an in-yer-face türünde temsili devam eden herhangi bir oyunun olmadığını biliyorum. Ama yanılmış olmayayım. Varsa eğer ben de seyretmek isterim elbet.



Oyunun Künyesi Oyuncular:Alim Dedei, Bihter Altay, Burak Aydın, Büşra Münevver Öztepe, Nazlı Yağmur Hasret Afiş Tasarım: Kübra Erol Teaser Çekim: Yunus Emre Usta Teaser Kurgu: Emir Bubliş Yönetmen Yardımcısı: Mahmut Ugar Uygulayıcı Yapımcı: Furkan Yurt – Sevkan Çelik Yazan: Sami Berat Marçalı Yöneten: Barış Can Çelik Yapım: MerdivenAltı Seanslar Afiş