Adadayız şimdi… Hangi ada diye sormayın, işte o adada. Dört bir tarafı tuzlu suyla çevrili, Paskalya zamanı geldi mi insanların birbirlerinin suratına domates attığı o ada yok mu? İşte orası. Çektik mi bir fırt, nefis manzara eşliğinde eser miktarda baba rakısını, bizden alâ âşık olmaz orada… Sirtaki nağmelerine Kasap havası karışır ama kilisede okunan ilahi, camiiden yayılan selâya karışmaz… O ada işte, bilirsiniz. Ne güzeldir âşık olmak orada. Hele bir de yaşınız on beşse, sizden büyükler kafanıza kendi bildiklerini tıkıştırmaya çalışıyorsa, dünya da durmadan yeniliklere dönüyorsa; âşık olmaktan başka çare kalmamıştır. Adadasınız. Artık sadece cepten kulağa transit ulaşan karman çorman şarkılar kesebiliyorsa kafanızın sesini, bilirsiniz ki kurtuluş yoktur o adadan. Ne baba rakısının verdiği sarhoşluk, ne de anne kahvesinin temmenileri tutabilir elinizden. Artık dört bir yanı sevdayla çevrili olan adada koşar koşar da, soluğu yine tek bir yerde alırsınız. O soluğu aldığınız yerde elbet bir gün buluşmayı umarsınız.
Mahallemiz Eşrafından oyunu geçtiğimiz akşam, Dario Fo Deneysel Sahne’de, Eskişehir’e turneye geldi. Oyunu izlerken, birden fazla duygu ve düşünceyle dolduğumu söyleyebilirim. Berfin Ertan’ın maharetli kaleminden çıkan ve aynı zamanda etkili oyunculuğu ile hayat bulan bu oyunun her bir dakikasından büyük bir haz aldım. Yönetmenliği Berfin Ertan ile Hakan Emre Ünal birlikte üstlenmiş ve bu sayede ortaya çok başarılı bir oyun çıkarmışlar. Bir avuç insanın yaşadığı küçücük bir adada geçen bu aşk hikâyesi, kendine has gibi hissettirse de, bu oyunu izleyen herkesin hayatında bir noktaya temas ettiği kesin. Dünyanın hangi ücrasından olursa olsun, bir zamanlar on beş yaşında olmak herkese özgü bir şey çünkü ve oyunun seyirciyi yakaladığı yer de tam burası.Evvel zaman içinde bir peri kızına ya da beyaz atlı bir prense âşık olmuş olan herkesin, sevdiği ile elbet bir gün buluşmayı ummasıdır: Mahallemiz Eşrafından.
Oyun henüz salondan içeri bile girmemişken, merdivenlerin başında Ege’nin bağrından kopma, akrabamız kadar tanıdık bir Sirtaki melodisinin kulağımıza ulaşmasıyla başlıyor. Karanlık antreyi aşıp içeri girdiğimizdeyse bizi, bu melodiye ayak uydurmaya çalışan coşkulu bir kız karşılıyor. Saçlarının yanlarını yeni kazıtmış… “Güzel mi? Yakışmış mı?” diye soruyor. Gelenlerle tokalaşıyor hatta… Arkadaki duvara, çocukluğundan bir video görüntüsü yansıtılmış. O görüntüdeki çocuk da coşkulu… Ortada lalletayin bir sehpa, sehpayı süsleyen anne sandığından çıkma özenli bir dantel, fal okumak için birebir düzlükte ve beyazlıkta bir fincan ve acıklı bir bir rakı kadehi… Sirtaki oynamayı bilmeyen bu kızın tüm evini özetleyen bu sade dekorun, sanırım Türk gençliğinin yaşamındaki demirbaşları özetlediğini söylemek saçma olmaz. Furkan Anıl Akbey’in elinden çıkma ışık tasarımı, anlatının kendisine özgü çevik değişim noktalarındaki tesiri hissetmemizde özel bir rol oynuyor.
Bu oyunu adalı bir kızın âşık olma hikâyesi diye kısaca özetleyebiliriz belki. Ancak içinde çok daha fazlasını barındıran bir anlatıya sahip. Dönüp de geçmiş anılarımızı hatırlarken, aralar kopuktur ya hani… İşte öylesine kopukluklar tercih edilmiş anlatıda. Bu sayede, izleyicinin hikâyeyi içselleştirmesi çok daha kolaylaşıyor. Hikayenin odağı olan genç kızın duyguları, bağdaşım kuracağımız türden sade bir dille yazılmış. Bu genç kızın kendine has mizahı, baştan sona seyirciyi diri tutacak kadar samimi ve bağdaştırıcı bir atmosfer yaratıyor.
Oyuna dair benim en etkileyici bulduğum unsur: Berfin Ertan’ın oyunculuğuydu. Özellikle birbirine çok benzeyen erkek karakterlerin arasındaki ayrımların altından ustalıkla kalkmış olduğunu düşünüyorum. Bütünlüklü bir bakışla; bizimle tanıştırdığı her bir karakter, nev-i şahsına münhasır zatlar idi. Tıpkı hikâyenin can bulduğu ada gibi, kendi içinde bir çemberde hayat bulan bu kişilerin her birini birbirinden ayırabilmek için çok çalışmak gerek. Bu noktada hareket tasarımını yapan Büke Erkoç’un, büyük bir etkisi olduğunu göz ardı edemem. Hem karakterleri, hem de olay geçişlerindeki aralıksız hareket ve değişimlerin, onun tasarımı sayesinde seyircide hatırı sayılır bir etki yarattığı apaçık.
Anlatı seyri içinde, en çok Y kuşağının ezbere bildiği müzik tercihlerine ayrıca bayıldım. Öyle doğru anlarda, öyle doğru şarkılar tercih edilmişti ki; yıllardır duymadığım bu şarkıları duymak benim için başlı başına bir keyifti. Bazı şarkılar, bazı yaşlara özeldir. Ancak hangi şarkı hangi yaşta sizi kölesi eder, orası muammadır. Zeki Müren’le mesela, ilk “tanışmanızda” kaç yaşınızda iseniz, yaşayacağınız aşk da, hayal kırıklığı da, umut da, hezeyan da; ona göre bir değere sahip olacaktır. Bu cümlemi en çok Zeki Müren sevenlerin anlayacağını biliyorum. Elbet bir gün buluşmayı dilerken, (ilk gençlik yıllarımızda sevdiğimizin) yaşlandıkça bir yangının külünü yeniden yakıp geçmesini umacağız. Ve ilk demlerde değilse de, elbet bir gün Zeki Müren’i seveceğiz. Tıpkı adalı kızın, Zekai Özger şiiri vasıtasıyla bize dediği gibi…
Aşk aşktır; sökün içinizden tüm yönelimleri ve kimlikleri. İlle de izleyecekseniz Mahalleniz Eşrafından’ı, sıyrılın gelin. Dupduru, sapsade bir âşık olma hâline öykünecekseniz de, özenecekseniz de, şahit olacaksanız da; anımsayın. Yüzünüze atılan bir domatesin, yanağınızda bıraktığı his kadar sürebilir aşk. Hem bir an, hem de o an içinde sonsuza kadar…
Oyunun Künyesi Yazan - Oynayan: Berfin Ertan Yönetmenler: Berfin Ertan, Hakan Emre Ünal ️ Hareket Tasarımı: Büke Erkoç Reji Asistanı: Öykü Gökduman Işık Tasarımı: Furkan Anıl Akbey Işık Tasarım Asistanı: Abrek Bayseç ️ Video Tasarımı: Ece Yazgı Fotoğraf: Buse Nur Kocaaslan, Ezo Şara Uray İllüstrasyon: Deniz Gümüşkaya Dijital İletişim: Container Duo Afiş Tasarımı: Öykü Eraslan Topluluk: Kiki Tür: Trajedi, Dram Seanslar Afiş