Olan Her Şey Buharlaşıyor: Faust

“Şeytana uyma!” Bu söz, size doğrudan söylenmemiştir belki hiç. Ama mutlaka duymuşsunuzdur. Duymadıysanız da henüz dünyaya gelmemişsinizdir belki. Çünkü insanın bütün sınavı, bu üst-cümleden türemiştir. Bilinç kazanmaya başladığımız andan, son anımıza kadar geçen tüm ömrümüz, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamlandırmakla geçiyor. Doğru olan, iyi olan her şeyin Tanrı ile; yanlış olan, kötü olan, ahlaksız olan her şeyin ise Şeytan ile bir bağlantısı olduğu fikri, tarih boyunca varılmış en kolay çözümlerden birisi olabilir. Ahlak kuralları, felsefe, bilim ve hatta sanatın ta kendisi bile bu ayrıştırmadan etkilenmiştir. İyi ve kötü… Önceden belirlenmiş standartlara uymak kolay olsa da değişen koşullar hep sorgulatır insana doğru ve yanlışı. İyi ve kötüyü… Kutsalı ve günahı… Şu bir gerçek ki; her kim çizilmiş sınırların dışına çıkmayı arzular, yekten günahkar olarak adlandırılır. “Şeytana uyma…” sözü de buradan çıkmıştır aslında. …

Uluç Esen tarafından Johann Wolfgang von Goethe’nin yazmak için neredeyse tüm ömrünü harcadığı eseri: Faust’tan yola çıkarak uyarladığı ve oynadığı Faust Olan Her Şey Buharlaşıyor oyunu, bir süre önce Eskişehir’deydi. Uluç Esen’in çok başarılı bir oyunculuğu olduğu ve mutlaka izlenmesi gerektiği bana çok kıymetli bir dostum tarafından tavsiye edilince, bu oyuna gitmek istedim. Normalde içinde onlarca karakter barındıran bir hikayeyi, tek kişinin oynaması durumu beni fazlasıyla cezbetti. Yüzlerce yıllık metinleri, bambaşka bir gözle ele alma fikri bana her daim çok iştah kabartıcı geliyor. Çünkü o eski metinlerde, söz gelimi Yunan veya Roma tragdeyalarında, Mezopotamya mitolojilerinde veya tarihten de eski masallarda, insanı; ırkından, yaşama koşulundan, yaşadığı dönemden sıyırarak tanımlayan temel ögeler var. Faust da bunun en önemli örneklerinden birisidir. Çünkü bundan yüzyıllar öncesinde “ruhunu şeytana satmak” kavramı nasıl geçerliyse, bugünün dünyası için de bu kavramın geçerli olduğunu görüyoruz. Bu yüzden Faust, binlerce yıl sonra bile dinlenecek bir hikaye olacak kadar güçlü bir yapıya sahiptir. 18 yaşında başlayıp 83 yaşına kadar yazdığına göre, Goethe’nin de benzer bir fikirde olduğuna inancım tam. Kendisinin Genç Werther’in Acıları’nda da ustaca yer verdiği gibi weltschmerz yani dünya sancısı üzerine bir hikaye: Faust’un hikayesi. Bu dünyayı duyumsayabilecek kadar derin gönüllü olan herkesin, derinden ilişki kurabileceği bir hikayedir.

Oyunda dekor namına kullanılan iki unsur var. Bir adet projeksiyon perdesi ve bir sandık… Projeksiyon perdesi modern dünyanın bir nimeti olsa da sandığın sahnedeki varlığı, Geleneksel Türk Tiyatrosu özelinde çok eskiden beri var olan bir şey. Peki, Goethe ve Geleneksel Türk Tiyatrosu ne ara bir araya geldi derseniz; beni de şaşırtan bu oldu. Meddah ögelerinin, böylesi kült bir metni şekillendirmek için kullanılması fikrini dahiyane buldum. Tüm hikayeyi, bir soytarının ağzından dinlemenin etkisi yadsınamayacak kadar etkiliydi. “Eğlendirmek” ile yükümlü olan soytarı; araya laf-ı güzaftan sayılmayacak meseleleri sıkıştırabilir. Bunu fark ettirmeden ya da ustalıkla yapabilirse, kellesi omuzları üstünde kalır. Tam da bu yüzden; anlatıcı/oyuncunun soytarı kisvesinde oluşu, metnin özünü tüm detaylarıyla ortaya çıkaracak türden bir karar.

Oyunun üçte birlik ilk kısmı biraz yavaş başlamış olsa da sonrasında durmadan kendini katlayan bir ivmeyle devam eden oyunda bana haz veren en birincil unsur, Uluç Esen’in keyifli oyunculuğuydu. Tipten tipe bürünürken, bir öncekini asla hatırlatmayacak kadar çeşitli bir yelpazesinin oluşu, oyunun en keyif veren yönlerinden birisi oldu benim için. Başlangıçta anlatıyı biraz zor kabullendim, doğru. Ancak kabullendikten sonra da kendimi emanet ettiğime hiç pişman olmadım. Video anlatısında onlarca farklı tipi oynadığı kısma ayrıca bayıldım. Özellikle eleştirmen tiplemesinin beni çok eğlendirdiğini itiraf etmeliyim.

Marx’ın “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” sözünden esinlenerek ortaya çıkan bu oyunu izlemiş olma şansını elde etmiş olduğuma seviniyorum. Buz gibi bir Eskişehir kışında, bana birçok açıdan sıcak gelen bir oyundu. Kalbimi yakacak kadar hem de… Bizi yiyip yutan modern dünyaya, ruhumuzu tüketmek için aportta bekleyen kapitalizme ve tükenelim diye her türlü dalavereyi döndüren sanal dünyaya inat buharlaşmayacağız; kalbimiz kavrulsa da… Bütün bu çabamız, bir şiir kadar etkili olabilir. Olsun. Yaşamak için tek bir soluğa ihtiyacımız var. Goethe’nin de dediği gibi:

“Yarat ey sanatçı! Konuşma!

Bir soluk olsun şiirin yalnızca!”

Oyunun Künyesi
Yazar: Johann Wolfgang von Goethe
Uyarlayan&Oynayan: Uluç Esen
Topluluk: Mimus Oyuncuları
Tür: Trajedi, Dram
Seanslar
Afiş
Derya Dobrişan
Derya Dobrişan
Merhaba, ben Derya... Çocukluğumdan beri tiyatro ile haşır neşir olma lüksüne sahip olmuş birisiyim. Her ne kadar Psikoloji okumuş olsam da hiçbir zaman Psikolog olma niyetinde olmadım. Üniversitede öğrendiklerimi; gerçek hayattan ziyade, oyunlarda ve metinlerde kullanmayı tercih ettim. “Sahne” benim orijin noktam; ne olursa olsun yolum ille de oraya düşüyor; bazen oyuncu, bazen yazar, bazen de seyirci olarak... Son yıllarda en aktif olduğum meslek profesyonel senaristlik olsa da, en eski mesleğim olan tiyatro seyirciliğinden hiçbir daim vazgeçmedim. Kolay kolay da vazgeçebilecek değilim...

içerik ekle

sitemizde yayınlanmasını istediğin haber, eleştiri ve değerlendirme yazılarını kolaylıkla yayınlayabilirsin

benzerler

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Okunası yazılar

E-Posta Bülteni Kaydı

Size sitemiz ve tiyatrolar ile ilgili haberler göndermek istiyoruz