Ege Kızık’ın kaleme aldığı ve Levent Aras’ın yönettiği oyun savaş kavramını, bütün taraflarıyla teraziye çıkartıyor.
Ülkemizdeki politik atmosfer yüzünden pek çok konu, adı konularak işlenemiyor. Örneğin savaş, faşizm, otoriter rejimler gibi konuları ele almak isteyen oyun yazarları, oyunun zeminini ya uzak bir zamana ve coğrafyaya inşa ediyor ya da tamamıyla kurmaca bir evren tasarlıyor. Yani egemen sanat politikaları bu temaların işlenmesine engel olamıyor ancak yine de yazarların tarihsel ve politik süreçleri gerçekçi düzlemde anlatıp, eserlerini nesnel verilerle güçlendirmelerinin önüne geçiyor.
Ortak Cinayetin Suç Duyurusu da herhangi bir zamanda (Ateşli silahların ve fotoğraf makinasının olduğu ve sahne tasarımının bize hissettirdiği kadarıyla 20.yy’ın ikinci yarısını hissettiren), herhangi bir coğrafyada geçiyor. Fakat metnin bize sunduğu ipuçlarına kulak verirsek ekonominin ve siyasal rejimin çok güçlü olmadığı, finansal ve diplomatik olarak küresel güçlere bağımlı bir ülke olduğunu anlayabiliyoruz. Ülkede uzun yıllardır devam eden bir savaş söz konusu. Ancak oyun artık bu savaşın dünya ekonomisi için tehdit olmaya başladığı ve bu yüzden diplomatik süreçlerin başlatıldığı, barışın küresel güçler öncülüğünde tesis edilmeye çalışıldığı bir anda başlıyor.
Savaş Bitince Savaşçılara Ne Olur?
Savaş yaşamı ve insanları değiştiren bir durum. Hele ki iç savaşlar. Başta Yugoslavya ve İspanya örnekleri düşünüldüğünde çocukluk arkadaşın, kapı komşun ve hatta biyolojik kardeşinin bile düşmana dönüşmesine neden olan iç savaşlar çok fazla insanlık suçunun normalleştiği dönemlerdir. Herkes o savaşın gerekliliklerine ve koşullarına göre hareket eder. Savaşçılar savaşır, siviller hayatta kalmaya çalışır. Bazıları öldürmek için bazıları yaşamak için korkunç şeyler yapabilirler. Peki ya savaş bittiğinde ne olur?
Savaşın sonucuna göre kahraman veya insanlık suçlusu olabilirsiniz. Savaş zamanı önemli biriyken, barışta “hiç kimse” olabilirsiniz. Savaşla var olanlar için en büyük kıyamet savaşın bitmesi ve varlığının anlamsızlaşması olabilir mi? Oyunda ilk karşılaştığımız karakter bir general. Yıllarını harcadığı, yaralar aldığı, askerlerini kaybettiği savaşın bitecek olması onun için verilen bütün mücadelelerin boşa gittiği anlamına geliyor. Savaşın devamını sağlamak içinse bir gazeteciden yardım istiyor.
Gazetecimiz o ülkeye ait değil. Kirli ilişkiler ağından beslenen, tanık olduğu trajedilerin içeriği ile ilgilenmeyen, heyecan tutkunu bir maceraperest. İdealist ve cesurca söylemleri birer palavradan ibaret. Bu yüzden Generalin planladığı cinayetin dünyaya pazarlanması, ve savaşın yeniden başlaması teklifini kabul etmek onun için çok da zor değil. Çünkü ilkeleri için direnemeyecek kadar korkak.
Bir süredir Generalin karargahında tutsak halde bulunan ve dışarıda olup bitenlerden bihaber vaziyetteki direniş önderi ise Generalden nefret etmesine karşın onun planını benimsiyor. Zira o da verilen mücadelelerin boşa gitmesini istemiyor. Bu noktada yönetmenin bir tercihi ile karşı karşıyayız.
Yönetmenin ve Yazarın Konuya Yaklaşımları
Ege Kızık, oyun metninde savaş kavramının tümü ile karşısında yer alsa bile savaşın bütün taraflarını terazide eşit olarak görmüyor. Bunu General ve Direniş Önderinin kendilerini bu noktaya getiren travmalarını anlattıkları sahnede görmek mümkün. Zira direnişçi yoksulluk, açlık, ötekileştirilme gibi dertlerden mustaripken, General kendisine yeterince sevgi göstermeyen sert ve otoriter bir baba probleminden söz ediyor. Yani Ege Kızık yazdığı oyun metni ile savaşa karşı bayrak açarken savaşı doğuran adaletsizliklerin de altını çiziyor. Buna karşın yönetmen kaba tabirle orta yolcu bir perspektifle savaşın bütün taraflarına karşı eşit mesafede bir dünya tasarlıyor.
Üstelik görsel açıdan estetik bir haz uyandıran, kendi bütünlüğü içerisinde tutarlı olan Steam Punk esintili sahne ve kostüm tasarımı, kendi başına güzel olsa da bizi oyundaki meselelerin içine çekmek bir yana uzaklaştırıyor. Kendimizi B sınıfı bir kıyamet sonrası yaşam konulu Amerikan Filminin içerisinde hissetmemize neden oluyor. Yönetmenin biçimsel olarak olmasa bile söylem açısından ilerici sayılabilecek bir metni ana akım bir oyun haline getirme çabası son 20 yılın Devlet Tiyatrosu paradigmasının bir sonucu olsa gerek. Dokuz Eylül Üniversitesi Dramatik Yazarlık Mezunu olan Ege Kızık, bir dramatik durum oyununun gerektirdiği pek çok şeyi metninde başarmış durumda. Aksiyon izleyicinin ilgisini oyunun sonuna kadar korumayı başarıyor. Karakterlerin dönüşümleri bir şekilde izleyicinin zihninde mantıklı bir zemine oturuyor. Buna karşın gazetecinin yer yer bir şarlatan yer yerse idealist bir figür gibi gözükmesi izleyici olarak beni olumsuz etkileyen faktörlerden biri.
Son olarak General ve emir verdiği oyun kişisi arasında sırf sahnedeki eylemlere bir katman eklemek için kurgulanan duygusal bağ ise oyunun konusuyla hiçbir ilişki barındırmıyor. Üstelik bu kadar büyük bir mesele varken o duygusal bağ seyircide en ufak bir duygu özdeşliği de yaratmıyor. Yani hem oyuna yeni bir boyut katmıyor hem de oyunu bu ilişkiden yoksun düşündüğümüzde hiçbir şey değişmiyor. Sahnede vazgeçilmez olmayan her şeyden vazgeçmek bir gereklilik kanaatindeyim.
Oyuncu Performansları
Oyuncu performanslarına değinmek gerekirse General rolünde izlediğimiz Ozan Sargın gerçekten iyi bir performans sergiliyor ve rejinin kendisinden beklediği birçok şeyi fazlasıyla yerine getiriyor. Karakterini sürdürülmesi ver içselleştirilmesi zor bedensel özelliklerle zenginleştiren Sargın, oyunun sonuna kadar inandırıcı şekilde performansını sürdürüyor.
Direniş Önderi rolünde izlediğimiz ve geçmişte benim de Mutlu Günler Treni oyunumda rol alan Mustafa Akçin mümkün olduğunca gerçekçi düzlemde rolüne yaklaşmaya çalışmış. Tasarlanan atmosferde savaşın bütün taraflarının adeta bir karikatür gülünçlüğünde çizilmesi istenirken oynadığı karakterin amacını fazlasıyla içselleştirdiğini görüyorum.
Gazeteci rolünde izlediğimiz Salih Salcan ise genel itibariyle gülünç, ilkesiz, korkak, palavracı, pragmatist, kibirli ve caka satmayı seven gazeteci imajını çizmekte başarılı. Buna karşın oynadığı rol kişisini özel kılacak başka unsurların eklemekten kaçınması dikkatlerden kaçmıyor. Örneğin bir karikatüristten bir gazeteci çizmesini istediğimizde tek gözünde gözlük, ağzında pipo, üstünde trençkot ve yüzünde top sakal olan birini çizer. Ve dünyada bu karikatüre bakan herkes bunun bir gazeteci olduğunu söyleyebilir. Ancak bu hangi gazeteci sorusunu sorduğumuzda onun hiç kimse olmadığı ile yüzleşiriz. Yani rolü dizayn ederken yeterince katmanlı bir çeşitlendirme yapmadığını söyleyebiliriz.
Birsu Metin ise Adana’da yaşayan genç kadın oyuncular arasında yeteneği ile pek çok insanın dikkatini çekmiş bir sanatçı. Lakin kullanıldığı kast, metin için yalnızca oranın bir karargah veya sığınak olduğunu, Generalin de general olduğunu gösterip sahne trafiğini sağlamak amacıyla yazılmış bir rol. Yani çatışmanın bir tarafı değil. Hal böyle olunca böyle bir oyun kişisini canlandırırken büyük farklar yaratmak çok da mümkün değil. Hatta çoğu zaman gerekli bile değil. Rolün gerektirdiği doğrultuda görünmez olabilmek de bir oyunculuk mahareti. Oyuncunun kişisel kariyeri açısından olmasa bile anlatılan hikayenin başarısı için gerekli bir durum. Buna rağmen Birsu Metin, oynadığı rolü herhangi biri olmaktan çıkartacak dokunuşlarda bulunmuş. Sert, acımasız, güçlü, emirler karşısında itaatkar ancak efendisi konumundaki General’e karşı yoğun duygularla bağlı bir kişilik çiziyor.
Ortak Cinayetin Suç Duyurusu izlenmeye değer bir sahne performansı. Genç ve çağdaş oyun yazarlarına sahnelerini açtıkları için Adana Devlet Tiyatrosuna teşekkürlerimi sunuyorum. İzlemek isteyenlere şimdiden iyi seyirler.
Oyunun Künyesi Yazan: Ege Kızık Yöneten: Levent Aras OYUNCULAR: Komutan: Ozan Sargın Fotoğrafçı: Salih Salcan Direnişçi: Mustafa Akçin Komutan Yardımcısı: Birsu Metin Asker: Rasim Kahraman Dekor Tasarımı: Emre Satı Kostüm Tasarımı: Gökçe Şener Işık Tasarımı: Nihat Bahar Müzik: Gürkan Çakıcı Koreografi: Melike Durak Aras Dramaturg: Orhan Kola Yönetmen Yardımcıları: Sevinç Gediktaş, Murat Bölük Asistan: Mustafa Akçin Sahne Amiri: Mehmet Aytek Kondüvit: Cem Öztürk Işık Kumanda: İbrahim Birbiçer Suflöz: Hülya Kaya Dekor Sorumlusu: Ali İhsan Yüksel Aksesuar Sorumlusu: Ali Nergiz Erkek Terzi: Sezai Kahraman Perukacı: Mustafa Geyik Topluluk: ADANA DEVLET TİYATROSU Tür: Dram Seanslar Afiş