Rembetiko Efsanesi – İzmir D.T.

Kulaklarımıza ulus devlet fısıldandığından beri, kalplerimizin ücra köşesinde duran düşman yaratma arzusunun iştahı kabardıkça kabardı. “Ben” olmakla başlayıp “Biz” olarak kolayca çiziverdik sınırları. Artık ötesi de berisi de layık değildi yanımızda yaşamaya. Kin tutana nedenini sorsanız, cevaplayamazdı. Ama “Öldür” deseniz derhal sarılırdı silahına. Sorular da cevaplar da önemini yitirmişti on dokuzuncu yüzyıl sonrasında.

Bir Yere Ait Olmak Ya Da Evini Sırtında Taşımak

Sevr antlaşmasının ardından Yunanistan işgaline uğrayan İzmir’de başlıyor hikâye. Yıllardır Anadolu’da Türklerle kardeş gibi yaşayan Rumlar, bir yandan işgal kuvvetlerinin baskısıyla Türk düşmanlığı beslemeye zorlanırlarken, diğer yandan ait oldukları toprak ile sahip oldukları millet duyguları arasında sıkışıp kalmışlardır. Bu siyasal ve toplumsal karmaşanın ortasında yeşeren Rembetiko adlı müzik, onlara yeni bir kapı aralar. Savaşın dışında kalıp eğlenmeyi sürdüren Rumlar, konuşup dile getiremedikleri her şeyi şarkılarla anlatmayı ve hayatlarına bulaşan korkuyu, müzikle def etmeyi seçmişlerdir.

1917 yılında İzmir’de, şarkı söylemeye çalışırken doğum sancılarına yakalanan Adriana sayesinde dokunuyoruz atmosfere. Marika’nın doğumu kasvetli havayı kısa süre dağıtsa da burunlarının dibindeki savaş er ya da geç çalıyor kapılarını. Lozan antlaşmasında alınan mübadele kararı neticesinde Marika ve ailesi anavatanları Yunanistan’a geri dönmek zorunda kalıyorlar. Artık ne Yunan ne de Türk vatandaşı olduklarını acı deneyimlerle öğrenmeleri de uzun sürmüyor tabii.

Yunanlıları için “Türk Tohumu”, Türkler içinse “Gavur Yunanlı” etiketini taşıyan ve yoksullukla baş başa bırakılan insanların öyküsüyle yüzleşiyoruz. İki ülke için de yabancı, köklerini unutmuş, gittikleri her yerde ayrık otu muamelesi görmeyi kader bellemiş, dertlerini de sevinçlerini de Rembetiko ile anlatan insanların hayatıyla sınanıyoruz artık. Rembetiko Efsanesi, Marika’nın hayatı boyunca kaderiyle tutuştuğu mücadeleleri, tarihin önyargısız süzgecinden geçirerek bizleri zaman yolculuğuna çıkarıyor.

Selin Süar, “Rembetiko şarkıları, toplumun alt tabakasının kendi adlarına konuşmalarını ve kendi öykülerini anlatabilmelerini sağlamaktadır” diye özetlemiştir Rembetiko’nun alınyazısını. 

İZMİR DEVLET TİYATROSU REBET KÜLTÜRÜNÜ SAHNEYE TAŞIYOR

İzmir Devlet Tiyatrosu, ‘Rembetiko Efsanesi’ adlı müzikal oyunla hem göz kamaştırıyor hem de kulaklarımızın pasını siliyor. Costas Ferris tarafından yazılan oyunun yönetmen koltuğunda Murat Çidamlı otururken, eserin çevirisi Başar Sabuncu’ya ait. Dramaturg imzasını da Füsun Atman atınca, ortaya tadından yenmeyen bir ekip çalışmasının çıktığı şüphe götürmez bir gerçek tabii ki.

Çok katmanlı oyun, uzun bir tarihsel süreci, olaylara objektif yaklaşarak bize sunmakta oldukça başarılı. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarıyla sarsılan dünyanın dört bir yana savurduğu, belleğine sahip çıkmakta zorlanıp ötekileştirilmeye karşı savunmasız kalmış milyonlarca insanı yakın tarihin dilinden anlatıyor. İşgal altında kalan Türkiye ile başlayan oyun, aynı kaderden muzdarip Yunanistan’daki siyasal çalkantıları da arka fonda tutarak, beslenme alışkanlığı sadece şiddet olan şişman dünyayı çırılçıplak biçimde gözler önüne seriyor. 

Nazan Sezgin, Ufuk Ötesi’nde, kökleri aynı toprakta filizlenen milletleri, hiçbir ırkçı duygunun birbirinden tamamen uzaklaştıramayacağının altını çok güzel çiziyor: “Rembetiko veya Yunan telaffuzu ile Rebetiko, İzmir Rumları arasında doğup mübadele ile Yunanistan’a göçmüş ve Pire’de büyümüş bir müzik çeşidi, bohem yaşayanların müziği. 1937 de General Meteksas tarafından Türk müziğini andırıyor diye yasaklanmış. Doğrudur, müzikten anlayanların ifade ettiğine göre Rembetiko şarkıları Hüseyni ve Karciğar makamların etkisinde imiş. 1956’dan sonra gördüğü rağbet azalsa da halen Yunanistan’da bu müziği icra eden yerler varmış ve Türk dinleyiciler geldiğinden para dahi alınmazmış.” 

Görkemli açılış sahnesi ve hafızalarda yer edecek danslarıyla, daha ilk dakikasında seyircisini mest ediyor oyun. Müzikal zenginlik, gözlere sürülen büyülü atmosferden rol çalmaya meyilli. Kulağınıza yerleşen müziklere ve şarkı sözlerine çok dikkat edin. Zira salonu terk ederken bile mırıldanmaya devam edeceksiniz.

Oyuncu performanslarına değinmek gerekirse, ilk sırayı Rembetiko Efsanesi’ne açık biçim dokunuşu ile güçlü ve tesirli epik öğe ekleyen Yusuf Köksal’a vermek istiyorum. Yordanis rolünde oldukça dengeli ve oturaklı. Finaldeki sihirli manevrasını ise sürpriz olarak bir kenara koyuyorum. Marika rolündeki Şerife Ünsal Şenel ise öykünün ana motifinin seyirciye geçmesini sağlayan ilk sıradaki kişiydi. Çok gerçekçi ve rolü tamamen özümsemişti. Hatta kendi fikrimi bir kenara koyup salondaki izleyicilere de kulak kabarttığım vakit, inandırıcılığı en üst seviyeye ulaşan karakter olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Benim için gecenin iz bırakan ikilisiyse Tomas rolündeki Emrah Şenışık ile Babis’e hayat veren Cengiz Toraman’dı. Doğru anları yakalayıp ölçülü oynadılar. Hayat verdikleri karakterler büyük oynanmaya müsaitti. Sınırı geçip abartırlarsa, tadı çok kolay kaçardı ama onlar bu gaflete düşmeden, yalın ve yoruma açık kıvamda sahneye taşıdılar Tomas ve Babis’i. 

Diğer taraftan Panayis’in sahnelerini kısa, tadına doyulmaz bıraktığı için Türker Alpuğan, tebrik hak edenlerden biriydi. Daha önce Radyo-yu Hümayun’daki performansına hayran olduğum Fuat Şarbalkan ise, bu kez koltuğunda üç karpuzu başarıyla taşıyordu. Hem Yannis hem de Juan olarak kısa ama hafızalarda iz bırakan sahnelere imzasını atarken, ayrıca yönetmen yardımcılarından bir tanesi olmasına şapka çıkarıyorum.

Gecenin gizli kahramanlarıysa, sahneye kaç defa çıktıklarını asla sayamayacağınız, değiştirdikleri kostüm sayısını hesap edemeyeceğiniz yan rollerdi. Her birinin emekleri hikâyeye farklı motif katarken, alın terlerinin sahneye düştüğüne ve “rolün küçüğü, büyüğü olmaz” düsturunu ispatladıklarına şahitlik etmeniz zor değil.

Bu noktada birkaç isme ayrıca değinmek istiyorum. Umut Can Koçmen ve Koray Doğan, yüksek enerjileri ve akan oyuna sessiz mizansende kattıklarıyla, “Rembetiko Efsanesi” içeriğine görünmeyen ilavelerde bulundular. Hikâyenin dallanıp budaklanması adına çok değerli hizmetleri olduğu kuşkusuz. Estetik açıdan sanatın zirveye çıktığı her noktada Müge Uyan’ı seyrettiğimize ayrıca işaret etmek isterim. Oyun, müzik derken işin içine dansın eklemlendiği anlarda çıtayı hep bir adım yukarı taşıdı.

Gecenin gizli kahramanı ise bana göre İlayda Algın’dı. Genç Adriana rolünde kısa ve etkili bir tokat attı bize. Ama asıl hünerini pandomimciyken göstermesi, bence hepsinden daha kıymetli. Öyle ki sihirbazı unutup, İlayda Algın’ın jet ve mimiklerini takip ettiğimizi fark ettik bir süre sonra. Çok farklı seviyede oynuyor ve hayat verdiği kişilerin, öykünün arka plana derinlik katmasını sağlıyor. Yolu da bahtı da açık olsun.

Oyun adına olumsuzluk söyleyebilir miyiz? Biraz zor ama elbette daha iyi olmasını temenni ettiğim yerler yok değil. Başlangıç sahnelerinde hikâye hızlıca gelişirken, oyunu ilk seyredenlerin buluştuğu ortak nokta, bölümler arası tatlı bir telaş olduğu yönündeydi. Bu da anlaşılırlık kısmının biraz gecikmesine neden oldu.

İkinci eleştirim ise, Adriana’nın kazara kocası tarafından bıçaklanıp öldürülme sahnesi için. Bu detayın üzerine biraz çalışılmalı bence. Göstere göstere oldu kaza. Hatta Adriana’nın kollarını açıp bıçağa doğru yaptığı koşu, inandırıcılıktan biraz uzaktı.

İYİLEŞTİRİR Mİ SAVAŞ YOKSA SAKAT MI BIRAKIR?

Rembetiko Efsanesi’ni bu kadar özel kılan şey, izledikçe ve üzerine düşündükçe daha da derinleşen hikâyesinin her katmanında insana dair çaresizliği de umudu da aynı anda barındırmasıdır. İşte hastalık, işte tedavi. Bu da ilacı, der gibi. Ve savaş gibi kadim bir olguyu farklı renklere boyayarak üstümüze başımıza sürmesidir onu ayrıcalıklı kılan. Oyun bitiyor, seyircinin yolculuğu devam ediyor.

Rembetiko haklı. Sadece insanlar ölmez ki savaşta. Ekonomiler çöker, yerle bir olur sosyal yapı. Derisi soyulur kültürlerin. Avazı çıktığı kadar bağırır insanlık ama yardıma koşan olmaz. Canı istediğinde kör, sağır ve dilsizdir dünya. Barışın geldiğine inanmak bile yıllar sürer. Gıkını çıkaramaz sevdiklerini toprağa gömenler. Savaşın dışkısıdır onlar, yani sağ kalanlar. Yaşıyoruz, diye değil. Neden ölmedik, diye hayret ederler. Bir cümle… Yalnızca bir cümle duymak mutluluktur o çaresizlikte. “İyi misin?”

Savaşa tanıklık edip hayatta kalan birinin bu soruya yanıt vermesi zordur. Ama binlerce kelime arasında tek cümle kuramazken bile insan, yine insandır. Yarın için umut etmeye mecbur, hayalleri sayesinden nefesini havaya karıştıran, sevgisini de üzüntüsüyle aynı yerde saklayan insan… İnsan, yine insandır işte. O yüzden en çok müziğin sözünü dinler, şarkıların bizi anlatmasına gönüllü oluruz. 

İnsan dedik ya… İnsan, insan, insan… İnsanlar bir araya gelince ülke olur. Ama o ülke gün gelir, kendini var eden parçaları gönüllü olarak vücudundan dışarı atabilir. O vakit ülke, hastalığından kurtulmuş mu olur yoksa bir organını yitirerek yaşamaya devam etmek zorunda mı kalmıştır? İyileştirir mi savaş yoksa sakat mı bırakır? Cevap, Rembetiko Efsanesi’nde. İyi seyirler dilerim. 

Oyunun Künyesi
Besteci: Thesia Panayiotou
Yazan & Süpervizör: Costas Ferris
Çeviren: Başar Sabuncu
Yöneten: Murat Çidamlı
OYUNCULAR:
Yordanis: Yusuf Köksal
Marika: Şerife Ünsal Şenel
Adriana: Meral Ceren Türk Yel
Matina: Yağmur Candemir
Roza: Gerçek Özkök Yağcı
Panayis: Türker Alpuğan
Tomas: Emrah Şenışık
Babis: Cengiz Toraman
Fondas: Çağatay Özçelik
Yorgakis: Deniz Burak Mersinli
Yannis-Juan: Fuat Şarbalkan
Şeytan Politikacı: E. Aytaç Özgür
Ebe / Yorgaki’nin Annesi: Ayşın Kıran
Şarkıcı Kadınlar: Şükran Keçeci, Ufuk Bostancı, Selda Özler, Gizem Cessur, Gülben Başer
Genç Adriana: İlayda Algın
Küçük Marika / Küçük Adriana: Mercan Kıran, Elif Dalaz
Garsonlar: Mustafa Koçbay, Emirhan Yeşilyuva

Koro ve Dansçılar
Ağlayan Kadın / Zengin Müşteri 1: Selda Özler
Şarkıcı Kadın / Zengin Müşteri 2: Ufuk Bostancı
Gestapo / Pireli Kalantor: S. Berkan Köse
Pireli Kalantor'un Kızı: Merve Kamar
Bandocu 1: Gizem Cessur
Bandocu 2: / Direnişçi Tayfur Çamlıbel
Bandocu 3: Umut Can Koçmen
Pandomimci 1: İlayda Algın
Pandomimci 2: Ece Can
Pandomimci 3: Özlem Sağlam

Betül Işık, N. Damla Ardal Alpuğan, Handan Kaya, Gülben Başer, Koray Doğan, Emirhan Yeşilyuva, Mahir Taylan Kalfaoğlu, Gizem Güneri Bayrak, Müge Uyan, Deniz Dilmen, Tolga Erk

Spiker (Ses): Murat Çidamlı

Orkestra
Klarnet: Yiğit Tunaboğlu
Keman: Merve Onkar
Çello: Mizgin Algur
Akordeon: Kerim Tezcan
Perküsyon: Bahar Gönül Selvi
Keman: Nisa İrem Coşkuner
Cura: Rumeysa Şen
Buzuki: Emir Çiğner
Gitar: Hüseyin Çingirli
Ritim: Salih Can Kaya
Kontrbas: Mete Çalışkan
Şarkıcı: Şükran Keçeci
Dekor Tasarımı: Murat Gülmez
Kostüm Tasarımı: Funda Çebi
Işık Tasarımı: Fuat Fırat
Müzik Direktörü: Tarkan Erkan
Koreografi: İhsan Bengier
Koro Çalıştırıcısı: Erşah Gülerbaşlı
Dans Çalıştırıcısı: Tolga Erk
Dramaturg: Füsun Ataman
Yönetmen Yardımcıları: Aylin Kumbaracıoğlu, Aylin Önal, Fuat Şarbalkan, Melek Temel Çekmece
Asistanlar: Erşah Gülerbaşlı, İpek Sonal, Burak Özbaykuş, Tolga Erk

Sahne Amiri: Ramazan Özcan
Kondüvit: Arif Alpa, Serhat Çetin
Işık Kumanda: Önder Yağlıdere, Süleyman Tavan
Suflöz: Selen Çiçekdağ Sır
Dekor Sorumluları: Cüneyt Özçavlin, Uğur Topuz
Aksesuar Sorumlusu: Gönenç Oktay
Kadın Terzi: İpek Uzyön, Seher Ay
Erkek Terzi: Naim Dönmez
Perukacı: Sami Öztürk, Burcu Gelegen
Sinevizyon Sorumluları: Engin Altun, Umut Kızılyaprak
Topluluk: İzmir Devlet Tiyatroları
Tür: Müzikal
Seanslar
Afiş
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Varmam gereken en doğru adresin, kendi kültürüme ait öyküler olduğunu keşfettiğimden beri, iyi bir anlatıcıya sahip tüm edebi içerikleri ve sanat kollarını keyifle takip ediyorum. Tiyatro benim için; yazmanın, konuşmanın, canlandırmanın ve hatta susmanın bile bir fazlası.

içerik ekle

sitemizde yayınlanmasını istediğin haber, eleştiri ve değerlendirme yazılarını kolaylıkla yayınlayabilirsin

benzerler

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Okunası yazılar

E-Posta Bülteni Kaydı

Size sitemiz ve tiyatrolar ile ilgili haberler göndermek istiyoruz