1800’ler İngiltere’sindeyiz. Bir yanda başarılı saygın bir doktor, öte yanda yaptığı deneyler sonucunda ortaya çıkardığı diğer kişiliği… Kırmızı kapının yarattığı sorgulamalar arasındaki ruh dalgalanmaları ve bir bedenin içinde sıkışmış gece ile gündüz kadar zıt iki kişi. ‘’Dr. Jekyll ve Bay Hyde’’, Ünsal Coşar rejisi ile Ankara Devlet Tiyatrolarının bünyesinde buluşuyor bizlerle. Oyun tek perde olmasına karşın, temposunu hiç kaybetmeden iki saate yakın sürüyor.
Kitaptan sahneye uyarlanan bir oyun var karşımızda. Bu gibi oyunları riskli buluyorum. Çünkü bir taraftan bakıldığında, bu tarz oyunlar kitabı okuduğunuzda aklınızda canlandırdığınızla birebir ilerlemiyor. Buna rağmen metin; ışık, dekor, kostüm ve en önemlisi yönetmen yorumuyla birleştiğinde, verilmek istenen mesaj veya vurgulanmak istenen detaylar herkese göre farklılık göstereceğinden bu oyunları çok da kitapla eş değer bir beklentiyse izlememek gerektiği kanısındayım. Başka bakış açılarıyla, kitap metninin bambaşka bir tarafı da ortaya çıkabiliyor zira. Bir yandan anlam da derinleşiyor… Fakat bu oyunda her halükarda temel meselemiz çoğunlukla bir iç çatışma üzerine kurulu.
Oyun kalabalık bir kadroya sahip. Bu sayede sahnede devamlı bir hareket mevcut ve görsel olarak göz doyurucu. Oyunu geçen sezon da izlemiştim ve çok etkilenmiştim. Yeniden izlediğimde fark ettim ki, duyguları bende daha da oturmuş bir oyun izledim. İlk izlediğimdeki etkiyle ve şaşkınlıkla karşılamasam da karşımdaki hikaye daha net ve pürüzsüzdü. Kitabı okumamış olanlar için oyun ilk etapta kafa karıştırıcı gelebilir. Zamanla kimin kim olduğu daha görünür hale geliyor. Kentin sokaklarından birinde, küçük bir kız çocuğuna gösterilmek üzere olan şiddetle, gürültü ve kalabalık içinde başlıyor oyun. Gizemli başlayan olaylar oyun ilerledikçe tempolu biçimde aydınlanmaya başlıyor.
Oyun konu bakımından beni çok cezbetmese de kullanılan kırmızı kapı metaforunu çok beğendim. Gündelik hayatımıza baktığımızda aslında birçok kapıyı açıyor ve kapatıyoruz. Bazen yeni bir karar verirken önümüzde duran kapıyı açmaya çekiniyoruz. Çünkü kapının ardında ne saklı olduğunu bilmiyoruz. Bazen ise cesaret edip o kapıyı açtığımızda, yeni bir başlangıca yol almaya başlıyoruz. Kapıyı aralık bıraktığımız olaylar ve anlar da oluyor elbette. Yani bir bakıma o kapının ardına saklanıyor, karşıdan gelecek her hamleye karşı kendimizi koruyarak temkinli olmaya çalışıyoruz. Hem bir sınır-gizem hem de bir yenilik.
Bütün bunları da düşünerek, oyunun sembolü olarak karşımıza çıkan kapı, aslında bir iyi-kötü dönüşümünü temsil ediyor. Hyde’ın Jekyll, Jekyll’ın ise Hyde olabilmesi için iyiliğe ve kötülüğe açılan bir geçit. Bu kapı öncellikle Jekyll’ın kendi yarattığı içsel yolculuğuna aralanıyor. Kapının ardındaki gizemi bilmiyoruz. Kapı aralandığında aslında gerçeklik ve illüzyon arasındaki sınırlar/sıkışmışlıklar çarpıyor yüzümüze. Kapı açılıp kapandıkça da anlıyoruz ki Jekyll, kötücül tarafını tamamıyla ortaya çıkarmaya başlıyor. Ve Jekyll, kendini tekrardan var edebilmek, Bay Hyde’dan kurtulmak için o kapıdan geçmek zorundadır. Kapının kırmızı olarak seçilmesini Bay Hyde’ın oldukça kötücül ve şiddet yanlısı bir karakter olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Bunun elbette Dr. Jekyll’ı da temsil eden bir tarafı var. Çünkü karşımızda doktor bir karakterin olması bağlamında ‘’kan’’ imgelemine sahibiz.
Oyunun dekor ve ışık kullanımına deyim yerindeyse bayıldım. Sahnenin çok katmanlı şekilde kullanılması, yukarıya doğru uzanan platform, platform altındaki geçitler, ışık oyunları, sinevizyonlar. Hepsi bir bütünlük içinde ve görsel şölen havasında. Kostümler hikayenin geçtiği döneme uygun ve şıktı.
Oyunculara geldiğimde öncelikle Elisabeth’i oynayan Meray Tunç Saygı’nın performansını çok beğendim. Bay Hyde ile yaşadığı şiddet sahneleri oldukça gerçekçiydi. Bay Hyde’ı canlandıran üç oyuncunun (Gökhan Kutum, Sibel Günday Karpuzcu, Barbaros Efe Türkay) da performansları ayrı ayrı etkileyiciydi. Buraya bir parantez açacağım, Hyde’ı üç farklı oyuncunun oynaması benim çok hoşuma giden bir fikir oldu. Oyunun sonlarına yaklaştıkça Hyde, Jekyll’ın kafasındaki bir sesmiş gibi ona ne yapıp yapmaması konusunda konuşmaya başlıyor. Jekyll bu kapıyı kapatmaya cesaret edemediği taktirde kafasında ve ruhunda Bay Hyde’lar bölünerek çoğalacak hissiyatı veriyor. Bu seslerin üçe bölünmüş olması, Jekyll’ın ruhunda ve kafasında yaşamış olduğu o sıkışmışlığı çok iyi yansıtmış. Özellikle son sahne, oyunun en vurucu kısmıydı.
Özetle, oyunun beni etkilemesi dışında hikayenin içsel çatışmalarını kuvvetli bulmadım. Sağlam bir metafor kurulumu, dekor kullanımı ve oyunculuklarla izlemenizi tavsiye edeceğim bir oyun.
Oyunun Künyesi Yazar: Robert Louis Stevenson Uyarlayan: Jerffey Hatcher Çeviren: Şükran Yücel Yönetmen: Ünsal Coşar Müzik: Kerem Kıraner Kostüm: Gökçe Şener Dekor&Işık: Kerem Çetinel Koreografi: Burçak Işımer Sinevizyon: Coşku Türkel Afiş Fotoğrafı: Muhsin Akgün Asistanlar: Selver Kınık, N. Sinem Turan Oynayanlar: Gökhan Kutum, Sibel Günday Karpuzcu, Barbaros Efe Türkay, Kıvanç Bozkır, Kadir Anıl Adıgüzel, Meray Tunç Saygı, Egemen Büyüktanır, Erdi Erciyas, İbrahim Berk Baykut, Çilem Avunç Sağlam, Demet Kızılay, Engin Baysal, Mert Kul, Berrak Atlı, Emre Olanca Topluluk: Ankara Devlet Tiyatrosu Tür: Dram/Trajedi Seanslar Afiş