Sahnede Pintervari Dokunuşlar: Kutlama (2000)

İlk prömiyerini 16 Mart 2000 yılında, Harold Pinter’ın ilk eseri Oda (1957) ile birlikte Londra’daki Almeida Tiyatrosu’nda yapan Kutlama, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları sahnelerine Pintervari dokunuşlarla geldi. 

İlki 6 Şubat 2023’te meydana gelen ve tüm ülkemizi yasa boğan deprem felaketleriyle birlikte İBB Şehir Tiyatroları, oyunlarına bir süreliğine ara vereceklerini ilan etmişti. Geçtiğimiz haftalarda perdelerini yeniden açan tiyatrolar, bugün kaldığı yerden tüm hızıyla devam ediyor. 

Oyun programında geçen yıldan bu yana yer alan ve 20. yüzyıl İngiliz tiyatrosunun mihenk taşlarından Harold Pinter’ın imzasını taşıyan Kutlama’nın yönetmen koltuğunda Yıldırım Fikret Urağ oturuyor. Cevat Çapan’ın çevirisini sahneye taşıyan Urağ, Pinter tiyatrosunun klasik bir temsilini sunarak yazarın üslubunu hemen her yönüyle örneklendirmiş oluyor. 

Peki nedir Pinter tiyatrosu ve Pintervari üslup? Hangi dönemde ortaya çıkmış ve dünya tiyatrosunu nasıl etkilemiştir? Oyunun hemen ardından izleyicinin yüzündeki anlamlandırma çabası, karmaşa ve şaşkınlık öyle gösteriyor ki Pinter tiyatrosunu değerlendirebilmek ve bir çizgiye koyabilmek için öncelikle bu soruları yanıtını bilmek, yahut en azından Pinter tiyatrosunun başlıca özelliklerine aşina olmak gerekir. Yoksa birbiri ardına ilişkisiz gibi dizilen cümlelerden bir diyalog devşirmek, beklenmedik bir anda gelen suskunluklarda devinim aramak, izleyiciyi neticesiz bir çabaya sürükleyecek, oyunu “anlamsız, absürt bir eser”e indirgeyen yorumlara neden olacaktır.

20. yüzyıl yalnızca edebiyatın değil; felsefenin, özellikle de varoluşçu düşüncenin kırılma noktası yaşadığı kritik bir dönemdir. Bu dönemin düşünce yapısını edebiyatla somutlaştıran Harold Pinter, anlam arayışındaki insanın anlaşılmaz hâlini sahneye koyan “absürt tiyatro”nun temsilcilerinden biri olmuştur. 1930 yılında doğan ve 2008 yılında aramızdan ayrılan usta yazar; senaristlik, şairlik, yönetmenlik ve aktörlük gibi farklı mutfaklarda da bulunarak 2005’te aldığı Nobel Edebiyat Ödülü’nün hakkını vermiştir. 

Harold Pinter Tekperde.com
Harold Pinter

II. Dünya Savaşı’na tanık olması, diğer savaş yazarları gibi tüm şiddeti, dehşeti, değişen ve bulanıklaşan anlam arayışıyla Pinter’ın kalemini de şekillendirmiştir. Özellikle ölümün ve varoluşun farklı açılarına henüz on iki yaşında tanık olan Pinter, yaşadığı bu travmayla kendini hayat içinde konumlandırmaya çalıştı. Nitekim ölümün bu kadar alelade rastlanan bir durum olması, sokakların ve evlerin gündeminde daima bombaların tütmesi, genç kalemi varoluşçu bir arayışa sevketti. Bu dönemde ortaya çıkan absürt tiyatronun ilk eserleri de ölüm karşısında yaşamın anlamsızlığını göstermeye çalışan, olaydan ziyade duruma dayalı anlatılar geliştirdi.

İlk şiirlerini Harold Pinta adıyla yayımlayan yazar, yüzyılın ikinci yarısında aldığı drama eğitiminin ardından soluksuz yazın serüvenine başladı. Yirmi dokuz oyun, çok sayıda film adaptasyonu ve aktörlükler sığdırdığı, sanata adanmış kariyeri boyunca insanı yeniden tanımlamaktan, konumlandırmaktan, anlamla ilişkisine yeni boyutlar getirmekten hiç vazgeçmedi. Sonuçta Pintervari (Pinteresque) üslubuyla adını absürt tiyatro temsilcileri arasına bir klasik olarak yazdırdı. Ancak bu ömre aynı zamanda bir dünya savaşını da sığdıran yazar, sanatsal yönü kadar sivil faaliyetleri ve sosyal/siyasal aktivistliğiyle de sanatına ideolojik bir yön verdi.

Pintervari oyunlar, temelde insanların günlük yaşantılarından yola çıkarak varoluşsal sorgulamalara ve iç dünyalarında çözümleyemedikleri düğümlere yönelir. Öfke, nefret, kıskançlık, takıntılar, fanteziler gibi keskin ve tutkulu duygular, gizemli sessizliklerle gittikçe bilenir. Bu sessizlikler, Pinter oyunlarının olmazsa olmazıdır bir bakıma. Kısa konuşmalarla iyice uzayan sessizlik anları, gerilimi artıran en önemli unsurdur. Öte yandan modern dünyanın parçalanmış iletişimini de temsil eder sessizlikler. Cümleleri böler, birbirinden koparır, diyalogların karşılıklı yapısını bozar. Nitekim yazarın son oyunu Kutlama da benzer bir yapıyla örülmüştür. 

Lambert ve Julie, evlilik yıldönümlerini kutlamak üzere Londra’nın en prestijli lokantalarından birini ayarlar. Yemeğe hem kardeşleri hem de aile dostları olan Matt ve Prue’yu da davet ederek hoş bir akşam geçirmek isterler. Ne var ki Lambert’ın, gençliğinde flört ettiği Suki de kocası Russell’la birlikte aynı lokantadadır. Siparişler ve gündelik hayatla başlayan konuşmalar, her iki masada da aile sırlarının meydana çıkması, itiraflar, kıskançlıklar ve kontorlsüz iniş çıkışlara doğru ilerler. Pinter’ın karakteristik tarzını yansıtan bu diyaloglar, sık sık kesintiye uğrar; tekrarlanır veya anlamsız gibi görünen sözlere dönüşür. Buna rağmen oyunun yavaş yavaş ilerleyen ritmi, karakterlerin iç dünyalarını ortaya çıkarmada etkili bir araçtır. 

Dikkatli bir izleyici, bu konuşmalar sırasında “uzaklık” kavramının çift yönlü kullanıldığını fark edecektir. Nitekim oyun boyunca absürt havayı sürdüren de bu çift yönlülüktür. Bir taraftan karakterler, iç dünyaları hakkında itiraf benzeri açıklamalarda bulunur yahut korkularından, kaygılarından, mahrem hislerinden söz eder. Bu yönüyle sahne, karakterin iç dünyasına mercek tutmuş olur. Öte yandan diğer karakterler, anlatıcının dünyasına gittikçe uzaklaşır. Ya anılarında yer almazlar, ya his dünyalarında yokturlar aslında. Kimi zaman anlatıcıyı dinleyip dinlemedikleri bile belli değildir. Yaptıkları yorumlar, verdikleri tepkiler de bunu doğrular niteliktedir. Bu noktada da mercek tersine işlemeye başlar ve karakterleri biribirnden uzaklaştırır. Böylelikle Pinter, kendi anlam arayışında tek başına yürüyen bireyin, en yakın çevresi içinde dahi ne kadar yalnız olduğunu gösterir. İlişkiler, tıpkı diyaloglar gibi anlamsız ve karşılıksızdır. Görünürdeki iletişim, karşı tarafın empati çemberine asla ulaşamayan söz dizimleri hâline gelir. Bunun sonucunda hem “ilişki” hem de “iletişim” kavramları oyun boyunca insanın anlam arayışına paralel olarak yeni bir tanım arayışına girer.

Oyunun sonunda karnavalesk bir sahne ile maskeler ardında dans eden oyuncular, absürt ve muğlak ortamı daha da belirsiz hâle getirir. Kimin duyguları gerçektir? Kim hayatta, kim ölmüştür? Hayatları birbiriyle kesişen bu bağımsız insanlar, esasında neyin kutlamasını yapmaktadır? Tüm bu soruları yanıtsız bırakan oyun, sonunda amacına ulaşmasını kutlar kendince. Anlamı sabit noktalarda, mutlaklıklarda, kesin ifadelerde aramanın boşunalığı, birbirinden bağımsız her sesin ve bedenin kendi ifade biçimini bulduğu bir dansla karnavala dönüşmüştür.

İBB Şehir Tiyatroları’nın kadrosuyla ülkemizde yeniden canlanan Kutlama, ne var ki Pintervari kavramına yabancı olanlarda beklenen etkiyi oluşturabilmiş görünmüyor. Ancak bunda prodüksiyondaki temponun biraz hızlı ilerlemesi de etkili olabilir. Zira oyun, diyalog ve ilişkilerdeki absürt durumları yansıtırken birbirinden bağımsız, parçalanmış konuşmalar ve sahneler, yer yer abartılmış bir kopukluğa dönüşebiliyor. Kimi zamansa üst üste binen konuşmalar, durumun absürtlüğünü vurgulamaktansa yerinde kullanılmayan bir kakofoni oluşturabiliyor. Seyircinin tepkisini de göz önünde bulundurarak naçizane bir yorum getirecek olursak, Pinter absürtlüğünün sahneden karşıya ulaşması ve izleyici tarafından sindirilip yorumlanabilmesi için oyunun temposu biraz daha düşürülebilir. Böylece seyirci, art arda ve hızla gelen cümleleri birbirine bağlamaya çalışmak yerine absürt tiyatronun tadını çıkarabilir.

Öte yandan sahne kurgusu, ışıklandırma, dekor ve kostümüyle bizlere tam bir Pinter deneyimi yaşatan tüm sahne arkası ekibini tebrik ediyoruz. Tiyatronun evrenselliğinde çağları, coğrafyaları, teorileri ölümsüz kılmak, ancak böyle titiz çalışmaların eseri olabilir.

Fatih Reşat Nuri Sahnesi’ne yolunuz düşerse, Pintervari dokunuşlara uğramadan geçmeyin! 

Oyunun Künyesi
Eser: Thomas Vinterberg, Mogens Rukov, Bo Hr. Hansen (Dogma Filmi)
Sahneye Uyarlayan: DAVID ELDRIDGE
Yöneten: MURAT DALTABAN
Çeviren: ECE DİZDAR
Şarkı Sözleri: HAKAN GÜNDAY
Müzik: HAKAN GÜNDAY – UYGUR YİĞİT
Oyuncular:
Christian: CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ
Michael: RIZA KOCAOĞLU
Mette: PINAR TÖRE
Michael ve Mette’nin Küçük Kızları: SU OLGAÇ
Lars: MERT ÖNER
Helene: ŞEBNEM BOZOKLU
Else: İPEK BİLGİN
Helge: KÖKSAL ENGÜR
Pia: BERFU ÖNGÖREN
Helmut: MEHMET ESEN
Poul: ENİS ARIKAN
Kim: MURAT DALTABAN
Nadim: UMUT KURT
Michel: İDİL ARKUT MALHAN
Paul’ün Karısı: SEDA YILDIZ
Helmut’un Karısı: BEGÜM BENİAN
ELVİN AYDOĞDU
UYGUR YİĞİT
PROJE EKİBİ
Işık: ALAZ KÖYMEN
Kostüm: DENİZ MARŞAN, BAŞAK DİZER FRANSEZ
Dekor Uygulama Teşekkürler: CAN TAŞKENT, KORAY MALHAN, EMRE İZER
Asistanlar: ÖZGE ERDEM, SEDA YILDIZ, TEVFİK ŞAHİN, SU OLGAÇ, NURCİHAN YÜCEL, İDİL ARKUT MALHAN, TUĞÇE ALTUĞ, GÖZDE KOCAOĞLU, HAKAN KURTAŞ, TUĞRUL DAĞ, GÖKÇEN KALENDER.
Mekan Yönetimi: AYŞEGÜL BEYAZDAĞ, NECLA KOCA
Grafik Tasarım: EMRE ÇIKINOĞLU
Seanslar
Afiş
Rabia Elif Özcan
Rabia Elif Özcan
1995 yılının temmuz ayında, Konya’da doğdu. Bir elinde kalem, bir elinde kitap; okuyarak ve yazarak büyüdü. Ömrüne kelimelerden bir yol çizmek üzere 2014’te Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne başladı. Yürürken, yerken, yaşarken okudu; kelimeleri nefes gibi tüketti, bir bir içindeki mürekkebe doldurdu. Ve gün geldi, bir film şeridinin üzerinde, mürekkep akmaya başladı.

benzerler

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Okunası yazılar

E-Posta Bülteni Kaydı

Size sitemiz ve tiyatrolar ile ilgili haberler göndermek istiyoruz