Satılık Anıların Peşinde: Müfettişler

“Biz cenazelerimizi hep içerde tutmuşuzdur. Bu yüzden daraldıkça daralıyor koca ev”

Yaşanmışlıkların her zaman bir ruhu vardır. İçinde uzun yıllar boyu yaşadığımız bir evi satmaya karar verdiğimizde, aslında istemeden oradaki yaşanmışlıkları da satılığa çıkarırız. Aynı durum, yeni bir eve taşındığımızda da ortaya çıkar. Bizden önceki ev sahiplerinin bütün anılarının ruhunu satın almışızdır. Peki ya sattığımızı sandığımız anılar, peşimizi sonsuza kadar bırakacak mı? Yoksa gittiğimiz her yere, bizimle beraber gelmeye devam mı edecekler? Geleceğe dair hayal kurmak, anılarımızı ardımızda bırakmamıza yetecek güçte mi?..  Oyunun temel ekseni bu durum üzerinden ilerlemese de oyunun bana hissettirdiği ve düşündürttüğü şeylerin başında gelen ‘’anılar’’ oldu. 

Garip akımının temsilcilerinden olan Melih Cevdet Anday’ın yazdığı, Engin Hepileri rejisiyle 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyerini yapan, Tiyatro İn bünyesinde sahnelenen Müfettişler, gerilimli absürt bir oyun olarak karşımıza çıkıyor. 1971 darbesinin ardından yazılan bir oyun olduğunu göz önüne aldığımızda, bireyin içsel çatışmaları, kaos ortamının yaratmış olduğu ürkeklik ve gerginlik hali anlaşılır bir düzleme oturuyor. Neler olup bittiğini açıkça söylemese de sezgiler üzerine kurulan reji, vermek istediği mesajı net bir şekilde seyirciye iletiyor. Ankara Meb Şura sahnesinde izlediğim oyun tek perde ve yaklaşık olarak 90 dakika civarında sürüyor. 

Işık oyunları ve ürpertici bir müzikle açılıyor oyun. Sahne üzerinde bir sallanan sandalye, masa ve üzerinde iki sandalye, bir somya (koltuk) ve üst üste birikmiş gazete yığınları görüyoruz. Müzik bittiğinde gazete yığınları arasından çıkan bir adam, sahne üzerindeki eşyaları yerleştirdikten sonra korkarak pencereden (-mış gibi yapılıyor) bakıyor ve birilerinden saklanırcasına, sürünerek masanın altına giriyor. Korktuğu şey kendi vicdanı mı yoksa dışarıda birileri mi var? Kadının sahneye dahil olmasıyla bir geçmiş ve buhran perdesi seriliyor önümüze. Kadın ve adam arasındaki, doğum ve ölümlerin birbirine karıştığı, bu oranların hangisinin fazla veya az olduğunun artık bir öneminin kalmadığı gibi konuşmaların yarattığı psikolojik tavırlar, 70’ler dönemini kuvvetle yansıtıyor.

Engin Hepileri Tekperde.com
Engin Hepileri

Müşteri ve komisyoncu da (müfettişler) sahneye dahil olduğunda, kadın ve adam arasındaki konuşmalar giderek daha simgesel hale bürünüyor. Bunun hemen öncesinde, müşteri ve komisyoncuya kahve yapma bahanesiyle içeri giden kadının hemen ardından adamın bir sorgu sanrısı başlıyor. Müfettişler senkronize bir şekilde hareket ederek, adama bir şeylerin itirafına zorluyorlar. Adam, bir vicdan muhasebesi içine giriyor. Bu sorgulamaların ortalarına doğru, adamın geçmişinde intihara teşebbüs ettiği bilgisini alıyoruz. Ve teşebbüsün elbette oyunun ilerleyen bölümlerinde karşımıza çıkacak olan ‘’anılarla dolu evden kurtulma’’ hikayesini anlamlandırmaması kaçınılmaz. Sorguya çekilmiş gibi art arda sorulan sorular, adamın hayatına dair verdiği oldukça çelişkili cevaplar güzel bir mizansenle aktarıldı. Burada oyunun ürperticiliği artarken, bu sorgulamalar bittiğinde az önce olan şey gerçek miydi yoksa bir hayal miydi hissine kapılıyorsunuz. Kadın kahvelerle birlikte geri geldiğinde, adam ve kadın müfettişlere karşı, geçmişlerine ve yaşadıkları eve dair bir şeyler saklıyor gibi davranmaya başlıyorlar. Bir yandan evlerini bu iki kişiye satmak için üstün çaba içine giriyorlar. Kadın, evin ne kadar talep gördüğünü anlatmak için yakılan türkülerden örnek verirken, türküyü söylemeye başlayıp kapılıp dans edecek, hatta adamı ve müfettişleri de söylemeye ve oynamaya davet edecek kadar uç eksenlerde gidip geliyor. Oyunun bu kısmı sahne üzerinde oyun metninin aksine oldukça uzatılmış biçimde sergilendi. Bu tercih oyunun absürtlüğünü, tekrarlarını ve gülünçlüğünü katlamasına rağmen, çok da gerekli değildi. 

Kadın ve adam, evin içinde olumsuz hiçbir anı yaşanmadığına dair garip ısrar tekrarlamalarına giriyorlar. Evde hiç ağlanmadığını, evden hiç cenaze çıkmadığını, hele ki çocuk cenazesinin hiç çıkmadığını vurgulayarak, odalardan birini kilitlediklerini ve anahtarını da kaybettiklerini anlattıklarında, çiftin geçmişlerini bir odaya kapatmaya ve unutmaya çalıştıklarını anlıyoruz. Bu tersinlemelerin gerçeği yansıttığını yavaş yavaş anladığınızda, ürpertiye kapılıyorsunuz. 

Sahnenin üzerinden sarkıtılan, yan yana dört tane mikrofon ile oynandı oyun. Fikrimce dikkat dağıtıcı bir tercihti. Çünkü oyuncular ileri geri gittikçe sesler alçalıp yükseldi. Bunun yanı sıra Aslıhan Gürbüz ve Erkan Kolçak Köstendil’in birbirleri ile uyumları şahaneydi. Aslıhan Gürbüz’ün akıp giden doğal oyunculuğu, Erkan Kolçak Köstendil’in ise korku ve gerginliği başarılı şekilde yansıtan performansı, Kadir Çermik ve Burak Altay’ın, mekanik ve despot müfettiş tiplemeleri oyunun bir keyif unsuru olarak başarılıydı. 

Oyun boyunca en çok ışık tasarımını beğendim. Oyunun başında sıkışık şekilde konumlandırılan ev eşyaları, kadın ve adam arasında konuştukça genişleyen mevzularla eş zamanlı olarak eve giderek yayılmaya başlaması ve somyanın, arka perdeye yerleştirilen yarısı sarı led ışıkların azalarak kırmızılaşmasıyla senkron şekilde, bir mekanizma üzerinde hareket etmesi, hareketin -mış gibi yapılan pencereye doğru olması gibi detaylar çok güzel düşünülmüştü. Elbette eşyalar eve yayıldıkça, oyun kişilerinin iç dünyaları da hızla daralıyordu. Somya, kırmızı ledler eşliğinde bir nevi sınır konumundaydı. Oyun biterken ise, eşyalar başlangıçtaki gibi aynı sıkışıklıkta yerlerine konulurken, somya da tekrar eski yerine döndüğü sırada kırmızı ledler bu kez artarak somyayı takipteydi. Müthiş gerilim dolu bir müzik de bütün bu olanları peşi sıra destekledi. Ez cümle ne ev satıldı ne de adam ve kadın anılarından kurtulabildi. Herkes başladığı noktaya geri dönmüş oldu. Sonuç olarak, nereye gidersek gidelim ya da olduğumuz yerde kalalım, geçmişimizi içimizde taşıdığımız gerçeğiyle karşı karşıya kaldık. 

Öte yandan absürt tiyatro hakkında fikri olmayanlar için zor bir oyun. Simgesel yönü oldukça kuvvetliydi. Bunları anlamlandırmak ve bellekte bir yerlere konumlandırmak için oyunu sindirmek gerekli. Rejinin sezdirici ve ürpertici yanını çok beğendim. Yaratmaya çalışılan atmosfer oyunun başından sonuna değin kusursuz şekilde işlendi. Baştan aşağı nefis bir oyundu.

Oyunun gerilimli havası, sonlara doğru bana şunu düşündürdü:
Müfettişler gerçekten var mıydı, yoksa hiç olmamışlar mıydı? Bütün bunlar, tamamen çiftin içine düştüğü bir vicdan muhasebesi miydi…

Oyunun Künyesi
Yazar: Melih Cevdet Anday
Yönetmen: Engin Hepileri
Müzik: Kenan Doğulu
Dekor Tasarımı: Cem Yılmazer
Kostüm Tasarım: Çevren Gürgen
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Koreografi: Büşra Firidin
Oynayanlar: Aslıhan Gürbüz, Erkan Kolçak Köstendil, Kadir Çermik, Burak Altay
Tür: Kara komedi
Seanslar
Afiş
A.Silvia Aydoğan
A.Silvia Aydoğan
Kendini bildi bileli sanatın neredeyse her dalına bir şekilde eli değmiş biri. Okudukça yazıyor, yazdıkça okuyor. İkinci lisansını DTCF Tiyatro Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı’nda sürdürmekte.

içerik ekle

sitemizde yayınlanmasını istediğin haber, eleştiri ve değerlendirme yazılarını kolaylıkla yayınlayabilirsin

benzerler

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Okunası yazılar

E-Posta Bülteni Kaydı

Size sitemiz ve tiyatrolar ile ilgili haberler göndermek istiyoruz