Büyük bir evrenin karanlık bir bodrum katından nasıl göründüğünü ve nasıl anlatıldığını merak eder misiniz?
William Shakespeare’nin büyük trajedisi Macbeth adlı oyunu işte tam da bu gözlerle tekrar ve başka türlü anlatıldı. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları, Fiziksel Tiyatro ve Komedi okulu çatısında bir araya geldi ve çeşitli oyunculuk biçimleriyle harika bir deneyim sağladı seyirciye.
İki figür, iki tip, iki çarpık, tahmin edilemez, kontrolsüz ve aykırı insan; yeryüzünün en kutsal kitabını anlatacak olsalar, tam da bu şekilde, o bedenlerinden çıkacak alaycı kelimelerle; iyiyi kötü, doğruyu yanlış, basit olanı zor, ahlaklı olanı ahlaksız bir dile ya da tam tersine dönüştürerek, hikayenin yaşayan son kahramanları gibi anlatırlar. Ki Macbeth’in büyük trajedisi onların elinde adeta eğlenceli bir malzemeye dönüştü ve onunla eğlene eğlene, birbirinden farklı karakterleri canlandırarak anlattılar bize. Trajediyi gömülü olduğu karanlık atmosferden çıkararak, hikayeyi değiştirmeden, yalnızca kendi dünyalarına göre biçimlendiren ve bunu özgürce yapan iki karakter, bazı meselelerin aslında o kadar da ciddi olmadığına neredeyse ikna edecek derecede anlamları yerinden ettiler.
Oysa o hikayenin bugüne söylediği şeyleri tekrar tekrar dile getirip, iktidar, güç, ahlak meselelerinin bugünkü durumuna da çok kez dokundular. Mei ve Po bunu bilinçli mi yaptılar? İçinde yaşadıkları dünya hala bin yıl öncesinin dünyası olduğuna göre, biz izlediğimiz oyunda o bilinci gördük. Macbeth hikayesi, trajediye şahit olan diğer insanların kendi hayatlarıyla kurdukları ilişki üzerine önem kazanır. Gücün, iktidarın, krallığın, görünmeyen, her şeyden habersiz, öteki olan insanlar için ne anlama geldiği, hayatlarında neyi değiştirdiği, neye dokunduğu pek önemsiz aslında. Sarayın en alt katında yaşayan iki çamaşırcı için ha Duncan, ha Banque, ha Macbeth… Onlar yalnızca doğuştan talihsiz olan iki çamaşırcı. Yıkadıkları şeyler bazen şarap lekesi, bazen kan lekesi. Neyi değiştirir bu? Ama insanın anlatma ihtiyacı asla sona ermiyor. Bin yıl öncesinden gelen bu kadınlar o karanlık hikayeyi hala ve hala anlatmak için bodrumlarından çıkıp karşımızda duruyorlar. Ve bizler seyirciler olarak Macbeth’i ilk kez böyle dinliyoruz ve izliyoruz.
Oyunculuk biçimini Jacques Lecoq pedagojisi üzerinden geliştiren, clown ve fiziksel oyunculuk çalışmalarıyla hazırlanan oyuncular, sahnede sözgelimi masklarla oynarlar aslında. Beden ve ses kondisyonunun böylesine güçlü olması, temponun hiç düşmeden, enerjinin her daim yüksek olması oldukça etkileyici bir faktördü. Oyun boyunca seyirci koltuklarında oturan seyirciler, sahnede oynayan iki karakterin ne yapacağının tahmin edilemez olmasından duydukları tatlı endişeyle, aslında alışılmış seyir alışkanlığının da dışında tutulmuş oldular. Çünkü her an sahneden inip size yönelebilirler. Ve her an her şeyi yapabilme potansiyeli olan oyunculardan kaçmak da pek kolay olmuyor. Buffon tekniğini kullanan oyuncular için tüm insanlık, alaya alınabilecek, çarpıtılabilecek ve her şeye evrilebilecek bir hale dönüşebilir. Oldukça kanlı bir oyun olan Macbeth adlı oyunda da tam olarak bu gerçekleşiyor.
Özellikle dekor ve kostümün sadeliği ve kullanımın bu kadar zengin olması seyir açısından oldukça heyecan verici. Çarşaflarla yaratılan kuklavari figürler, kanlar, aynı anda hem leğen hem de kalkan olan aksesuarlar oyundaki yaratıcılığı besleyen öğeler oluyorlar. Işık efektlerine oyuncular tarafından verilen tepkiler, her ne kadar gerek kalmasa da bunun bir tiyatro oyunu olduğunu hatırlatıyor ve bol güldürü öğesiyle bu büyük trajediyi kahkahayla izlemeye yol açıyor.
Oyunun Künyesi Yöneten: Güray Dinçol Işık: Yılmaz Gökgöz, Ataberk Öge Proje Asistanı: Tuba Keleş Sahne, Kostüm Tasarımı ve Uygulama: Fiziksel Tiyatro Araştırmaları Görsel Tasarım: Uğur Açıkgöz Oynayanlar: Pınar Akkuzu, Gülden Arsal Topluluk: Fiziksel Tiyatro Araştırmaları Tür: Deneysel & Absürd Seanslar Afiş