Kötü adamlar ve kurbanları, çekici ve çarpıcı kişilikleri olan karakterler Afrikalı yazarın dramatik dünyasının evrenselliğinde buluşuyor. Ayrıca Koffi Kwahule’nin bu çeşitli karakterler, oyunda tasvir ettikleri yozlaşmış dünyada bile benzersiz, canlı bir lirizm tarzı kullanıyorlar. Afrika tarihine ve onun sayısız diaspora ağına söylemsel olarak bağlanan sözler mevcut. Mesela Amerika’nın henüz daha genç olduğundan ama Avrupa’nın artık yaşlandığından ama Afrika’nın çok erken yaşlandığından bahsediyor.
Kwahule’nin oyununda, çok da yerli bir şekilde sömürgecilik döneminde sömürülen insan olmanın ne anlama geldiğine dair belli bir politik ve çok katmanlı bir yaklaşım var. Oyunda anlatılanlar içerisinde, sömürgeci de olsan sömürülen de olsan bu hayatta çözülmesi gereken çok fazla problem olduğuna dair bir düşünce var bence. Oyun rahatsız edici gerçeklerden bahsederken ara ara absürt diyaloglara başvurması sebebiyle de gerçekçilik ile gerçeküstücülük arasında bir yerde konumlanmış. Yazarın da oyunu çıkartan bu ekibin de derdi maddi bir başarıdan çok seyircinin/okuyucunun zihnine psişik yollarla dikte edilecek bir manevi başarı. Ama varılan sonuçta elde edilen şey daha çok karikatürize bir başarı.
Oyunun metni 1950lerin Fransa’nın kara filmler döneminin verdiği mesajları yeniden yapılandırıyor. Kwahule’nin ortaya çıkardığı bu büyüyü sahnede izlemek çok ilginç. Ve Big Shoot, sömürgeciliği irdelerkenTevrat’taki en önemli ayetlerden birinin konusunu, kardeş katlini, belki de sadece Tevrat’ın değil de tüm insanlığın en temel sorunsalını da temel alarak ilerliyor…
Yaratılış 4:9-15
“9RAB Kayin’e, “Kardeşin Habil nerede?” diye sordu.
Kayin, “Bilmiyorum, kardeşimin bekçisi miyim ben?” diye karşılık verdi.
10 RAB, “Ne yaptın?” dedi, “Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor.” 1
Oyunun Kemal Aydoğan rejisi ile Türkiye’de ikinci defa yapılan yerli yorumunu izledikten sonra incelememi yapmadan önce, Fransızcam olmaması sebebiyle metnin orijinalini okuyamayacağım ve daha önce İmge Yayınevi tarafından yapılmış Türkçe çevirisini de okumadığım için Google’dan oyunun yabancı yorumlarını biraz inceleme gereği hissettim. Oyun metninde dekor cam bir kafes olarak tasvir edildiği için yabancı yorumların bir çoğunda oyun cam bir kafeste geçmektedir. Ve özellikle de yazarın caz müzik tutkunu olması, oyunlarını caz müzik eşliğinde yazması sebebiyle de çok fazla caz müzik ile desteklenmektedir. Ama Moda Sahnesi yorumunu yaparken yoğurdu üfleyerek yemiş, metinin orijinal dilinde anlatılanlara ne kadar sadık kalsa da sahne tasarımı olarak kendisine basamaklardan oluşan ve oyuncunun giydiği eğlenceli(klasik palyaço kostümünü andıran ) kostüm ile aynı tasarıma sahip, beyaz üstüne kırmızı çizgili farklı bir sahne tasarımı ve kostüm tasarımı belirlemiştir. Ve oyunu da caz motifleri ile çok fazla desteklememiştir. Sahne tasarımcısı Moda Sahnesi’nin bir çok oyununda imzası olan Bengi Günay.
Hatta sömürgeci karakteri canlandıran Onur Ünsal, cam kafes olmamasını da fırsat bilerek sık sık sahneden dışarı çıkıp salonun merdivenlerine çıkıyor ve seyircinin arasına karışıyor. Bununla da yetinmeyip ilerleyen zamanda sahnenin tırabzanlarına tırmanarak bu alanlarda oyununu veriyor.
Satırları orijinal dilinden farklı bir dile çevirmenin var edilen yorumu bir uyarlama alanına çevirmesi olasıdır. Bir çok yabancı yorumunda sömürgeciliğe dair toplumun anlayacağı şekilde bilgi ve fikirleri içeren replikler mevcut olduğu gibi bu yorumda da replikler Türk seyircisinin anlayacağı şekilde yorumlanmıştır. Replikler genel olarak eğlence içerse de alt metninde subliminal toplumsal bir mesaj içeriyor. Aslında ne kadar eğlenceli olsa da yazarın dilinin ne kadar sert ama sert olduğu kadar da lirikal olduğunu da gösteriyor.
Oyunda herkes için farklı anlamlar verilmiş. Temelde sömürgecilikten bahsetse de her izleyenin oyunu daha farklı yorumlaması gayet normal . Bu sebeple de oyun herkes için farklı zamanlarında farklı sahnelerinde farklı estetiklere, farklı komiklikler içeren diyalog ve jestlere sahiptir. Oyundaki “dünyanın öbür ucundan seni seyretmek için buraya kadar yürüyerek geldiler” gibi bazı pasajların çok fazla anlam içerdiği ve herkes için farklı okumalara farklı yorumlamalara yol açacağı gayet bariz. Tekrarlanan uzun ifadeler diyalogları ağırlaştırıyor bana göre. Diyaloğu ağırlaştırıyor ama ağırlaştırırken de çatışmayı güçlendiriyor. Bazı ithaflar ve söylemler İngilizce söylenmiş. Mesela Habil ile Kabil hikayesini içeren, Tevrat’tan alınmış ayet sömürgeci karakter tarafından İngilizce olarak melodik bir şekilde sıklıkla söyleniyor. Aynı zamanda sömürgeci olan karakter seyirciye bay-bayan , ladies and gentleman ve bu sözcükleri ondan fazla dilde söyleyerek sesleniyor.
Koffi Kwahule’nin geçmiş yıllarda iki oyununu daha izlemiş biri olarak şunu net bir şekilde söyleyebilirim ki yazarın tiyatro anlayışı içinde sanat ve kimlikle oyun oynayarak kimlik, kişilik kavramlarını üzerinden politikayı sorgulamak esastır. Moda Sahnesi, Kwahule’nin çalışmalarını sömürgecilik ve sömürgecilikten kurtulma sorunsallarından uzaklaştırıp sömürgecilik sonrası merkez ve çevre paradigmasını kıran bir hareket olarak gösteriyor. Kwahule, oyunlarında sürekli eylem halinde olan, sınırları reddeden, temas ve doğaçlama yoluyla kimliklerini var etmiş karakterler inşa ediyor. Sahnedeki her iki oyuncunun kendine özgü metinsel estetiğini yaratmak için tekrar eden dizeleri birbiri ile karıştırıyor, replikleri tekrarlıyor, kafiye yaparken lirikal bir dil kullanıyor. Bu da yalnızca bir kimlik yaratılması ile sınırlı kalmıyor, aynı zamanda karakterlerin nasıl konuşturulması gerektiğinin teatral açıklamasına dönüşüyor. Bir oyundan çok gerçeküstücü bir anlatım olan Dikşın (Big Shoot), aktörleri ve metni araç olarak kullanarak politik bir isyan çıkartıyor. Oyunu izleyenler salondan ayrılıp gerçek hayatlarına döndükleri zaman, çocukluğumuzdan beri bize aşılanan diktatörce şişkinliklerden kurtularak daha cesur bir evrende yaşamanın hayalini kuruyorlar. Oyuncuların son derece etkileyici jestleri ile de seyirciye izlettirilen gösteri: saygısız ve barbarca davranışlar, kişinin kişiye tahakkümleri, baskı ve dikteleri, karşısındaki kişinin kişilik haklarına uyguladığı tacizler ve tüm bu eylemlerin uygulanması yoluyla elde ettiği güçtür.
Dostoyevski Ezilenler romanında şöyle der: “Bir aslanı gün boyunca takip etseydiniz ve aslanın yaşamak için gün boyunca verdiği mücadeleye tanık olsaydınız. Günün sonunda aslanın bir ceylan yakalayıp yemesi sizi mutlu ederdi.” 2 Yenilikçi ve anlam açısından zorlayıcı olan bu oyun da giderek materyalleşen bir dünyada hayatta kalmak için gerekli olan hileleri ve avcının karşısında av olmanın ne anlama geldiğini çok net gösteriyor.
Tüm bunların yanında da sömürgeci ve sömürülen olarak verilmiş bu çatışmada da sömüren karakter iktidara ait her imgeyi temsil ederken bireyin iktidar tarafından dikte edilme yöntemiyle nasıl iktidara uygun, onların istediği gibi inşa edildiği irdeleniyor.
Yüksek ihtimalle yorumda Fransızca metinden kısaltılmalar yapılmaştır. Oyunda pek çok yerde kendi toplumumuza ait söylemler ve şakalar da mevcut. Hatta bir yerde Tamer Karadağlı’nın abartılı İngilizce aksanı ile ufak bir alay da var. Oyunun herkes için ayrı okumalar taşıdığından, herkes için farklı yorumlamalara açık olduğundan bahsettim. Repliklerdeki üstü kapalı olarak sunulan bilgilerin de en azından bir kısmını dikkatlice incelersek Kwahule’yi bu oyunu yazmak zorunda bırakan derdin ne olduğunu tahmin etmek değil açıkça anlamamız ve yorumlamamız çok kolay olur. Seyirci olarak, yabancı dilden çevrilen ve yabancı ülkelerde de bolca yorumlanmış oyunların her izleyen üstünde farklı etki bırakmasını, herkesin oyunu farklı yorumlamasını ben çok severim. Bu da sadece benim isteğim değil tüm oyunlarda tüm izleyicilerden beklenendir aslında. Belki de oyunu daha iyi anlayabilmek için Kwahule’nin tüm oyunlarını okumak ve hakkında bolca araştırma yapmak gerekiyor. Bu yorum ise eserin metninde yazdığı ve yabancı yorumlarında uygulandığı gibi cam kafesten tasarım kullanarak, yabancı yorumların bolca yer verdiği caz motiflerini kullanarak yorumdan çok yabancı dilden Türkçe’ye kopyalanmış bir oyuna dönebilirdi. Ancak yönetmen Kemal Aydoğan diğer yorumlarda da yaptığı gibi bu yorumunda da kolaya kaçmamış kendi yaratıcılığını kullanmıştır. Bu da aslında övülecek bir şey, bir yenilik, bir marjinallik değil başarılı bir yönetmenden-ekipten beklenendir. Ve hem Kemal Aydoğan hem de ekibi kendilerinden bekleneni başarıyla yerine getirmiştir diyebilirim.
Koffi Kwahule yorumlarının en popüler olanları The Lark, Berkshire Festival, New York Theatre Workshop gibi organizasyonlarda sahnelenmiştir. Bu organizasyonlarda oynanan oyunlarda oyun kapsamlı olarak gelişme ve evrimleşme döneminden geçmiştir. Böyle bir evrim süreci sonucunda en iyiyi bulamasa dahi çevrildiği tüm dillerde kaliteli teatral çevirilere sahip olması gayet olasıdır. Ancak yine de dilimizde birçok farklı çevirisi ve yorumu olmaması çok talihsiz bir durum bence.
İnternetten yaptığım araştırmada Koffi Kwahule’nin Türkiye’de sadece beş oyunu yorumlandığını gördüm ve bunların üç tanesi de Moda Sahnesi tarafından yorumlanmış. Bu oyunu da ikinci defa yorumlanıyor. Koffi Kwahule’nin oyun metinlerinin okuyucuya sunumu da İmge Yayınevi tarafından yayınlanmış. İmge Yayınevi’nin yayınladığı kitapta üç oyunu bir kitap içerisinde toplanmıştır. Kwahule gibi bir yazarın sunduğu işler göz önüne alındığı vakit bu sayılar çok üzücü. Bazı girişimci tiyatro ekiplerinin kendilerini zora sokma, risk alma pahasına da olsa bu oyunları daha fazla yorumlayacaklarını ümit ediyorum.
1 Tevrat (Eski Ahit) : Yaratılış 4:9-15
2 Dostoyevski – Ezilenler
- Oyunu 15.02.2024 tarihinde Moda Sahnesi’nde izledim*
Oyunun Künyesi Yazan: Koffi Kwahule Yöneten: Kemal Aydoğan Çeviren: Reyhan Özdilek Sahne Tasarımı: Bengi Günay Işık Tasarımı: İrfan Varlı Afiş Tasarımı: İlknur Alparslan, Kuzey Emre Aksoylu, Deniz Önkal, İrem Aydemir, Ufuk Yırtıcı Asistanlar: Mesut Karakulak, Ayşe Sinem Kayır Oynayanlar: Onur Ünsal, Mehmet Tekatlı Dış Ses: Necip Memili Yaş sınırı: +18 Topluluk: Moda Sahnesi Tür: Trajedi, Dram Seanslar Afiş