Bağışlanabilir olmaktansa, bağışlanamaz bir şey yapmayı tercih ederim. Hayır. Öfke meselesi değil bu. Benliğimden dışarı bir şeyin çıkmasına müsaade edecek olsam, piyango öfkeye vurana kadar, ooo… İlla ki hafifletici neden arayanlar için söylüyorum, bir şey yapmak isteyince yaparsın, o kadar. Cesaret gösterisi başlığı altına saklanamayacak kadar dik yokuşlar çıktım ben. Sonra canımın istediği yerde soluklandım. İki nefesin arasına bir kelime sıkıştırmak yerine, icap etsin ya da etmesin, sustum dilediğim müddetçe. Kendi sessizliğimi giyinip bir güzel kuşandım, yine de ağızlarını doldura doldura “Gürültücüsün” dediler. Komikti. Meğer sesi en yükseğe çıkanlardan daha beter çınlatıyormuş ortalığı sessizliğim.
“Sen Tomris değilsin.”
Kulaklarımda patlayan tek bir cümle. İşine bak, deyip çekiyorum nefesimi. Hayret! Kadeh, havada asılı durmayı beceriyor.
Eylemlerin güzelliğine kapılıp gitmek kolay. Ben o eylemleri başlatan ve bitiren iki duygu arasındaki sürece meyil ettim hep. Çünkü hikâye oradaydı. Ne güzeldeydi iyilik, ne de çirkindeydi kötülük. Dilimlenmiş zamanları sıkıştırdım ceplerime. Hafıza dedikleri, sadece eskileri bulup çıkarmaktan ibaretse, gülerim. Geri dönmek ve yeniden başlamak için bahane üretmek, insanı kımıldatmaz. Oysa hikâye yaşar. Kıvrım kıvrımdır. Eğilir, bükülür, genellikle koştura koştura ileri gider ama işine gelmediğinde geri vites yapmasını da bilir. Hikâyeye sadık kalmak için onu okumak ya da yazmak gerekmez ki. Yaşamalı. Sadece yaşamalıdır. Öyküyü var eden süreçtir. Her şey olup biterken damakta tat bırakan yegâne şey, işte o süreci geri çağırmaktır hafızanıza. Bu kadar.
“Sen Tomris değilsin.”
Gerçekten mi?
İnandığınız şeyin gerçek olmadığını söyleyen biri, canınızı yaktığını düşünüp mutlu oluyor ya, işte en çok buna bayılıyorum. Beni yalanlayarak ait olduğum histen uzaklaştırmaya kimsenin gücü yetmez. Hem o kadar kolay olsaydı…
Dürüst. Öyle dürüst ki… Hoşuma gidecek sözleri kol kola dizmektense, okkalı küfrü yüzümde söndürecek kadar dürüst bir adamla vurmazdım kadehin beline beline. Hazır adam şeffaf olabilmeyi becermişken… Hazır… Adam… Hazır adam diye buna mı denir? Belki de.
Kulakları tırmalayan vurgu, kötü bir cümlenin kaba ünlem işareti. Hazır adam! Bir bilse günün birinde gideceğini… Gidip de geri dönmek için, pişmanlığı şiire alet edeceğini… Olmuyor. Susunca iyileşmiyor insan. Affedince mutlu olmuyor. Kavuşunca dinen hasret, kabahatleri yok etmiyor. Bir kere iyi geldi diye, sevgiyi tazeleyip tazeleyip gecelere sığdırmak, sarhoş olup baş ağrısıyla uyanmakla eş değer. Olmuyor işte. Denedim. Her türlüsünü…
“Sen Tomris değilsin.”
Sus bre. Sus. Kaldır o kadehi. Bir, iki. Hop!
Nasıl bakıyorsun yüzüme? Aynada seyredemezken kendini… Bak şu haline. Gözlerin ayrılmıyor benden. Görmeden önce kafanda çizmişsin sevmek istediğini. Santim santim işliyorsun dizeleri. İnan bana, çok azı aşktan bunların. Bilmiyorsun. Sanıyorsun ki bitemeyen sevda yazdırıyor sana bunları. Öyle inanmışsın ki be adam. Hazırsın sevginin her türlüsüne. Hazır… Hazır adam. Hazır adam demişken…
Bir varmış, bir de yokmuş. Farz et ki, yolunu kaybedince kurtuluşu masalın birine saklanmakta bulmuş iki deliyiz biz. Bugün var. Dün dediğin, kadehler gibi boşaldı. Yarın diye umut ettiğin ise kısacık bir şiir. Okuyanlar için umut, hayal, belki de üzüntü. Benim için değil.
“Sen Tomris değilsin.”
“Ya sen? Sen kimsin? Beni görebilecek kadar ışığa dayanıklı mı gözlerin? Hemen karar verme. Sarılma gündüze, güneşe. Aynalarla ördüğün duvarlara gizleme yüzümü. Sen kimsin, önce onu söyle. Ben nasılsa örtüsüzüm. Saklanmak, gizlenmek yok. Yorgunluk boşuna. Yaşıyorum eyvallah etmeden. Söyle. Ben Tomris değilsem, kimsin sen?”
Tomris’ten çıkar çıkmaz aklıma geldiği gibi yazdığım kısacık bir anlatı hepsi. İlham veren biraz Tomris biraz Janset. Oyunun bende uyandırdığı duyguların devamı, uzun, upuzun bir yolculuk. Evet. Kaan Erkam’ın kaleme aldığı, Mehmet Ulay’ın yönettiği Tomris, büyülü bir evrende, gizemli bir serüvene davet ediyor bizleri. Janset Paçal, grotesk bir yapı içerisinde Tomris Uyar kimliğine bürünmeye çalışan bir kadın olarak, önce sahneyi ele geçiriyor, sonra da zihinlerimizi. Kostüm ve makyaj sayesinde kolayca yakalanan illüzyon, arada gölge oyunları ile desteklenerek, oyunu şüphelerle örülü, sarsıcı bir öyküye dönüştürüyor.
Tomris Uyar külliyatını iyice bilmeden seyredilirse, hak ettiği değere ulaşamayacaktır. Zira metnin güçlü yapısı, Tomris Uyar’dan kesitlerle ve onun için kaleme alınan özel dörtlüklerle dolu. Ayrıca Janset, incecik bir çizginin üzerinde o kadar iyi yürüyor ki; şimdi düşecek, foyası meydana çıkacak, kim olduğunu bağıracak, dediğiniz anda hayat verdiği karakterin üzerinde adeta zıplayarak dönüşüm geçiriyor. Bir orada, bir burada… Sanki görünmeyen maskesini çıkarıp tekrar takıyor yüzüne.
İyi bir anlatıcı olmanın çok ötesinde bir performans sergileyerek göz kamaştırıyor usta oyuncu. Kostümünün ve makyajının hakkını vererek perdenin gerisinde değişimini daha da güçlendiriyor. Ancak her dönüş, bir öncekinden daha tesirli. Bir süre sonra sanki sahneden taşıyor, izleyicilerin dibinde alıyor soluğu Janset. Ayna gözler. Ayna ruhu. Ayna kalem tutan elleri. Tomris’in kendine has ruhsal desenlerini ustalıkla sürüyor seyircilerin savunmasız yüreklerine. Teslim oluyorsunuz.
Eksik var mıydı, derseniz. Belki bir parça sertlik. Bu kadar başarılı grotesk unsurlar, hazır öyküyle harmanlanmışken, bir gıdım gerilim fena olmazdı hani. Güldük, büyülendik, sonra düşündükçe yol aldık. Ancak Tomris bizi biraz da tekinsiz sokaklarda bıraksaydı; öyküleri, çevirileri ve de şiirleri, pekâlâ kesici aletlere dönüşebilirlerdi.
Ayrıca oyunun biraz gelgitlere ihtiyacı olduğu göz arda edilmemeli. Duygusal akış tek yönlü ilerliyor. Yani seyirci kendini oyuncunun yerine koyar koymaz, şak diye çıkış noktasını buluveriyor. Biraz tereddüt etmeli, bocalamalı, yer yer çatışmalı. Kırmızı ile mavi hap arasında kararsız kalmalı bence.
Bu küçük beklentilerimin dışında, güçlü bir oyun seyrettim. Konu hiç dağılmadan, yüksek yokuşlar tırmanmadan, sürükleyici biçimde ilerledi. Malum, Tomris Uyar kırmızıçizgimiz. O, metinlere sığmaz, taşar. Ne kadar anlatılsa yetersiz kalacak, ülkenin en değerli edebiyat fenerlerinden biri. Ona özenen birinin ruhsal zenginliğini doya doya bizlere yaşattığı için, teşekkürü borç biliyorum sevgili Janset Paçal’a.
Okuyun, araştırın ve mutlaka Tomris’i duymaya gidin. İzlemekten ziyade dinleme açısından zenginliklerle dolu bir oyun. İyi seyirler diliyorum.







Oyunun Künyesi Yazar: Kaan Erkam Yönetmen: Mehmet Ulay Oynayan: Janset Paçal Saç Makyaj/Kostüm : Kemal Doğulu Dekor/Işık/Afiş Tasarım : Kemal Doğulu Dış Ses : Mehmet Ulay Şiirleri Seslendiren : Atilla Yiğit Dekor Uygulama : Oğuz Kocaoğlu Afiş Fotoğraf : Tankut Kılınç Ses ve Işık Uygulama : Mustafa Çuhadaroğlu Topluluk: Oda Tiyatrosu Tür: Trajedi-Dram Seanslar Afiş