Oyun, daha önce pek çok kez sahnelendi ve her defasında seyircisinden büyük takdir topladı. Peki, Radyo-yu Hümayun, neden seyirci tarafından böyle seviliyor?
Radyo-yu Hümayun, babalarının konağında kalfaları Efser ile birlikte yaşayan iki kardeşin, Hayri ile Hayrünnisa’nın öyküsü çerçevesinde gelişir. Sarayda, Alman mühendislerle birlikte çalışan Hayri, bir gün öfkesine yenik düşerek bir Alman’ı tokatlayınca, saraydan kovulur. Ölmüş olan paşa babasının hatırına canı bağışlansa da, para kazanmak mecburiyeti, onları maceraya atılmayı sevk eder. Öğrencisi Hayrünnisa’ya âşık olan, Mehmet Bey’in durumu öğrenmesi ve Avrupa’dan gelen zampara kardeşinin icadı olan radyoyu tamamlama fikriyle onları ikna etmesi ise maceranın fitilini ateşleyecektir.
Renkli bir ön oyunun ardından, Radyo-yu Hümayun, iki kardeşin tartışmasıyla başlıyor ve giderek bir tür yaygaraya dönüşerek, finale kadar peşimizi bırakmıyor. Dönemin niteliklerine uymayan konuşma ve davranış biçimleri, seyircide bir yabancılaşma etkisi yaratmak için kullanılsa da, her oyuncuda bulunmadığı ya da her sahnede tutarlılık göstermediği için etkisini yitiriyor. Oyunun kurgusuna katkısı bulunmayan bazı kişiler ve sahneler, oyunun sarkmasına, giderek hantallaşmasına sebep oluyor. Bu duruma, pavyon sahnesini örnek gösterebiliriz. Tek perdede rahatlıkla çözülebilecek meseleyi, iki perdede ve oldukça geniş zaman dilimi içinde seyrediyoruz.
Radyo-yu Hümayun, radyonun icadı üzerinden, dönemi ele alan ve günümüze de eleştiri getiren bir mesele vaat ediyor olsa da, kardeş çatışması ve ümitsiz âşık sarmalında sıkışıp kalıyor. Oyuna adını veren, “padişahın radyosu” vurgusu, bir icadı tamamlayarak, içinde bulundukları güç durumdan kurtulmak isteyen birkaç kişinin ve kendisine yüz vermeyen kadının gözüne girmek için çırpınan bir öğretmenin, kişisel arzularının çevresinde giderek zayıflıyor.
Seyircisine sık sık başvuran temsil, oyuncuların yüksek performansıyla izleyicisinden geçer not alıyor. Bunda bence Levent Ulukut’un, oyuncu olarak da yer aldığı başarılı rejisinin önemli payı var. Paşa rolünde göz dolduran Ulukut’un doğal, yapmacıksız bir oyunculuğu olduğunu düşünüyorum. Muzipçe, “yönetmen” eleştirisi yapması da gözden kaçmamalı. Efser rolündeki Betül Işık ise tek kelimeyle, müthiş… Dekor ve kostüm tasarımı konusunda iyi iş çıkarılan oyunun, müzisyenleri de oyun için önemli bir değer. Ancak dans koreografisinin klişeye kaçıyor oluşu, oyunu baltalıyor. Fakat bana kalırsa seyirci, dönem komedisi seviyor, Şerbet Hanım’ın Deli Aşkları’nda olduğu gibi, abla – kardeş çatışması, kavuşulması güç aşklar… Nitekim o da, Yedi Kocalı Hürmüz’ü anımsatıyordu, erkekleri dize getirmek, onların cinsiyetçi tutumlarıyla alay etmek meselesinde. Görülüyor ki seyirci, Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun yapısına ilgi gösteriyor, sempati duyuyor. Kendi köklerinden beslenen ve modernize edilerek yapısal açıdan kuvvet kazanan oyunlara, tiyatromuzun gereksinimi olduğunu düşünüyorum.
Alkışınız bol olsun.
Yaşasın tiyatro, yaşasın keçilerin inadı!











Oyunun Künyesi Yazan: Özlem Lale Şahin Yöneten: Levent Ulukut OYUNCULAR: Hayrünnisa: Fatma Kum Ertekin Hayri: Fuat Şarbalkan Efser: Betül Işık Mehmet: Sezer Akçe Kenan: Egecan İntepeler Ali Müfit Paşa: Levent Ulukut Moşe Efendi: Neşet Erdem Fikri: Efe Akercan Hüsnü: Mustafa Koçbay Anlatıcı Kızlar: Elif Özdemir, Müge Uyan, Ece Can, İpek Sonal Müzisyenler Solist: Şükran Keçeci Keman: Merve Biçer Darbuka: Gökalp Namlısoy Kanun: Burak Kısaoğlu Ud: Mustafa Öğünür Çello: Emre Deniz Zilli Def: Can Kaya Dekor Tasarımı: Hasan Yavuz Kostüm Tasarımı: Z. Yıldız Köse Işık Tasarımı: Süleyman Tavan Müzik: Kemal Alpan Koreografi: Meltem Yorulmaz Asistan: Ecem Çataloğlu Ismık Sahne Amiri: Aynur Güçlü, Göksu Bekiz Kondüvit: Mehmet Şişeci, Serhat Çetin Işık Kumanda: Erkan Uyar, Bora Andaç Suflöz: Selen Çiçekdağ Dekor Sorumluları: Cüneyt Özçavlin, Koray Hallı Aksesuar Sorumluları: Selaatin Göktaş, Hüseyin Yaran Kadın Terzi: Zarife Çağlar Erkek Terzi: İlker Korkmaz Perukacı: Ayşe Demir Topluluk: İzmir Devlet Tiyatroları Tür: Komedi Seanslar Afiş