“Ya en iyisi için uğraş ya da hiç yapma” – İLAYDA SU GÜNER’İN YAPIMCI VE OYUNCU BUSE SEVİNDİK RÖPORTAJI

“Ya en iyisi için uğraş ya da hiç yapma” – İLAYDA SU GÜNER’İN YAPIMCI VE OYUNCU BUSE SEVİNDİK RÖPORTAJI

Biz, Düş Art olarak üreten edebiyatçıları ve sanatçıları bir çatı altında toplayıp eserlerimizi dayanışma ruhuyla kitlelere ulaştırmak, aynı zamanda toplum yararına içerikler üretmek isteği ile bir araya geldik.

İlayda Su Güner: 

Öncelikle, Buse Sevindik kimdir? Oyuncu, yapımcı olarak bir günü nasıl geçer?

Buse Sevindik:

11.08.1989 İzmir doğumluyum.

On dört senedir Boyoz Akademi Sanat Merkezi’nde yönetici ve eğitmen olarak görev alıyorum. İzmir’de bulunan yerimiz; salonuyla tiyatro gruplarına ev sahipliği yaparken aynı zamanda Sanat Merkezi ve Film-Tiyatro Yapım Şirketi olarak faaliyet gösteriyor, çeşitli alanlarda akademik eğitimeler veriyor. Bunun yanında aktif olarak sinema, tiyatro oyunculuğu yapıyorum.

Bir günümün nasıl geçtiğine gelecek olursak, haftanın yedi günü yedi farklı düzen ile geçiyor. Haftasonları sanat merkezinin rutin yoğunluğu sebebiyle yer aldığım tiyatro oyunlarının temsilleri ya da yeni proje toplantılarını ve çalışmalarını hafta içi programına dahil etmek durumunda kalıyorum.

Eğer o gün oyun günüyse farklı bir heyecanla güne başlıyorum. Üç senedir reformer pilates dersinegidiyorum. Bunu mesleğim için yapıyor, akşam için bedenimi hazırlıyorum. Sonrasında sanat merkezine gidiyor; dekor, ışık, kostüm ve benzeri şeylerin son kontrollerini sağlıyorum. Ardından ezber provası alıp dinlenmeye çekiliyorum. Son bir saatte ritüellerimi yapıp karakterimi ya da karakterlerimi ısındırmaya başlıyorum. En sonda da sahne ve selamlama ile birlikte sohbet etmek isteyen, fotoğraflar ile anılarına sizi dahil etmek isteyen kıymetli seyirciler ile buluşmalarımı sağlarım. Gönül rahatlığı ve yorgunlukla harmanlanmış tatlı bir tebessümle günü kapatırım. İyi ki…

İlayda Su Güner:

Türkiye’deki yapımcılık süreçlerini olumlu ve olumsuz yönleriyle nasıl değerlendirirsiniz?

Buse Sevindik:

Yapımcılığın olumlu yönü başkasının hayaline ortak olmak yerine kendiniz hayal kurup sizinle aynı hayale inanan ve bu hayalin vücut bulması için çaba gösteren kişileri bir araya toplayabilmeniz oluyor.

Olumsuz yönüne gelecek olursak; ‘Türkiye’ diyerek genelleyemem fakat başta kendi yapım şirketimiz olmak üzere İzmir’de tüm olanaksızlıklara rağmen hâlâ üretmek için çaba gösteren kişiler için bunları söyleyebilirim ki, biz burada daha çok olumsuz yönleri ile yüzleşmek durumunda kalıyoruz. İzmir’de özellikle uzun metraj sinema filmlerini hayata geçirmiş ve nicelerini geçirmek için çaba gösteren çok kıymetli yapımcı arkadaşlarımız var fakat onlar artık tür olarak neredeyse tamamen korku/gerilime yönelmiş durumdalar. Bu biraz da maddi olanaksızlıklardan kaynaklanmakta çünkü sponsor olarak adlandırdığımız finansörler maalesef yok. Mutlaka başka bir kaynaktan çalışarak elde ettikleri gelirle film çekip sinema tutkularını içlerinde var etmeye devam ediyorlar. İmkânsızlıklar içerisinde imkân yaratmaya çalışıp burada proje üretiyorlar ve istihdam sağlıyorlar. İstanbul’da sinema sektöründeki emekçilerin çoğu İzmir çıkışlıdır fakat burada sinema alanında bir sirkülasyon olmadığı için maalesef İstanbul’a gidiyorlar. Tükendiklerini hissettiklerinde tekrar yuvaları olan İzmir’e dönüş yapıyorlar. Sizin aracılığınız ile şunu söylemek istiyorum. Gerek İstanbul’daki yapım şirketlerini gerek finansörleri, İzmir’in eşsiz platosuna onları davet ediyoruz. İzmir’i yaz dizilerinin ilk üç bölümle ya da yaz temalı platform filmleriyle sınırlı bırakmasınlar. Farklı yapım şirketleri gelsin ki buradaki cevher oyuncuların ve kamera arkasındaki kıymetli set emekçilerinin kendilerini gösterme alanı olsun. Bizler imkânsızlıklarla senede en fazla 1-2 film üretebiliyoruz. Bizim gibi ne pahasına olursa olsun “İzmir’de bu sektörü devam ettireceğiz” diyen birkaç Don Kişot kaldık. Yel değirmenlerine karşı hâlâ savaşıyoruz. Tabii ki biz bu şehirde iş yapmakisteyen kişilere istihdam sağlıyoruz ama sayımız az olduğu için çok az kişiye dokunabiliyoruz. 

İlayda Su Güner:

Peki, kendinizi bir oyuncu veya yapımcı olarak nasıl tanımlarsınız? Sizi bu meslekte öne çıkaran ya da “keşke şu özelliğimi törpüleyebilseydim” dediğiniz şeyler oluyor mu?

Buse Sevindik:

Beni öne çıkaran şey aslında mükemmeliyetçi derecede takıntılarımın olması. Bunun için de oldukça fazla çalışırım. Çalışma saatim asla yoktur. Gece bir şey aklıma geldiyse gece üçte kalkıp notlarımı karalayıp tekrar yatarım. ‘Ya en iyisi için uğraş ya da hiç yapma’ diye bir düşüncem vardır. Bu aslında oldukça yıpratıcı ve törpülenmesi gereken bir şey gibi duruyor fakat ardında başarıyı da beraberinde getirdiği için bu törpülenme duygusundan hemen vazgeçiyorum. Tüm bunlar beni zaman zaman gergin ve öfkeli yapabiliyor. Belki bunu törpülemeyi ve daha sakin bir yapıda olmayı isterdim.

İlayda Su Güner:

Korku filmini evde ve sinemada izleme deneyimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? “İyi film muhakkak amacına ulaşır.” mı diyorsunuz yoksa “Bu filmler sinemada izlenmeli.” mi dersiniz?

Buse Sevindik:

Özellikle korku sinemasında doğru yerde doğru zamanda sesler ve müzikler oldukça önemlidir. ‘Doğru yer ve doğru müzik’ dememin en büyük sebebi; müzikle seyircinin nasıl hissetmesi gerektiği konusunda onu kolaylıkla yönlendirebilir, seyircinin istediği ve beklediği adrenalin dozunu da isteğiniz doğrultusunda ayarlayabilirsiniz.

Bunu kocaman bir kara kutunun içinde, dev görüntü ekranın karşısında, profesyonel ses sistemi ve ful konsantrasyonla izlerken yaşamanız etkiyi artırmak açısından çok daha önemli. Evde izlediğinizde dış uyaranlar oldukça fazla olacaktır. Rahat bir ortam eşliğinde her an konsantrasyonunuzu bozabilecek türlü etken var. Bunun yanı sıra ses ve görüntü sisteminin aynı etkiyi vermemesi de kaliteli bir deneyimden uzaklaştıracak şeyler. Tüm bunlara rağmen maalesef pandemi süreciyle birlikte salon izleyicisi yerini platform izleyicisine bıraktı. Aylık bir ödemeyle bir sürü içeriğe sınırsız erişim sağlayabiliyorlar. Bu bakımdan sinema izleyici sayısında ciddi bir düşüş bulunmakta.

Biraz karamsar ve karanlık bir söylem olacak belki ama iyi filmlerin amaçlarına ulaşamadıklarına da şahit oluyoruz. Amaçlarına ulaşmanın, dokunabildiği insan sayısıyla da alakalı olduğunu düşünüyorum. Derdiniz var ve bunu halka arz ederek bu derdinizi onlarla paylaşıyorsunuz ki amacınıza bir nebze hizmet etsin. Ürettiğiniz şey ne kadar değerli olursa olsun paylaşmadığınız sürece pek bir anlamı kalmayacaktır. Çok kıymetli filmlerin sinemada yer alamadığını da biliyoruz. Bunun için ‘illa sinemada izlenmeli’ diye bir takıntım yok. Muhakkak izlenmeli ve çok geniş kitlelere ulaşsın diye bir takıntım var.

Röportajın tamamı

içerik ekle

sitemizde yayınlanmasını istediğin haber, eleştiri ve değerlendirme yazılarını kolaylıkla yayınlayabilirsin

benzerler

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Okunası yazılar

E-Posta Bülteni Kaydı

Size sitemiz ve tiyatrolar ile ilgili haberler göndermek istiyoruz