İlk sahnelendiği günden bugüne beş yıl geçmiş. Ya oyun günleri benim başka bir etkinliğimle çakışıyordu ya da uyan güne bilet yoktu derken, sonunda izleyebildim şampiyonlar ligi ekibin oyununu: Dünyada Karşılaşmış Gibi. Takdir edersiniz ki zirvede bir beklentiyle gittim, yoluna, mekanına hiç ısınamadığım VW Arena’ya. Bunca zaman içinde özellikle sormadım, okumadım oyuna dair yorumları, kendi izleyici gözlemimle baş başa kalmak istiyordum. Önceliği “nerede oturmalı?” konusuna vermek istiyorum: İlk 6 sıra hemzemin ve saflar o kadar sıkışık ki tercihinizi, bir seviye daha yukarıda olan 6. sıra sonrasından yana kullanmanızı öneririm.
Şimdi gelelim, seyirciyi sarsması muhtemel sahne düzenine: Oyunun camekanlı özel bir alan içinde oynanması, bizim kulaklıklar ile oyunu izleyecek olmamız Krek’in aşina olduğum tercihi. Bunu ilk kez deneyimleyenler için işin birincil büyüsü burada yatıyor diyebilirim. Ancak benim için de ilk olan şöyle bir durum var ki oyunun ikinci perdesini, ilk perdeyi izlediğiniz yerde değil, tam ardındaki salonda izliyor olmak. Bunun da bir adım ötesi var; benim izlediğim ilk perde, sizin izlediğiniz ikinci perde olabilir ya da tam tersi. Çünkü oyun, birbirini tamamlayan şekilde, eş zamanlı olarak iki farklı salonda oynanıyor.
Oyunun bütününde, kayıplarıyla başa çıkmaya çalışan bir grup erkeği görüyoruz; farklı yaşam hikayeleri üzerinden farklı yas tutma süreçlerine tanık oluyoruz. Yani temelinde hazin bir yapı var. Ancak buna rağmen benim izlediğim ilk perde olan, kalabalık kadrolu karakol sahnesinin seyircideki ana reaksiyonu “kahkaha”oluyor. Yavuz (Alican Yücesoy) hariç, bu perdedeki tüm karakterleri yasa sürükleyen nedenleri öğreniyoruz.
İkinci perde, ilkinin kontrastı bir durağanlıkta, oyunu besleyen bir kısa film ile başlayıp, sorgu odasında geçiyor. Her ne kadar, yurtdışına gidecek olan kızından ayrılma arifesindeki amirin (Settar Tanrıöğen) duygularının tanığı olsak da ağırlıklı anlatı, boşandığı eşini (Defne Kayalar) unutamayan adamın (Okan Yalabık) üzerine kurulu.
Şimdi benzetmem ne kadar yerini bulur bilemiyorum ama şöyle izah edeyim: Farklı gıdalardan oluşan bir tabakta, en sevdiğimi sona saklamayı tercih eden biri oldum hep. Ağızda kalan son tadı önemsiyorum. Bu minvalde, keşke seçme şansım olabilseydi; sorgu odasında geçen durağan bölümü ilk perdede izlemek isterdim ki güzel bir final yapabileyim. Maalesef salondan, seyir zevkimde yavan bir tat ile ayrılmak zorunda kaldım.
Güzel final sözümü açmak isterim: Asla acıları yarıştırıyor değilim ama ayrılan çiftin hikayesi duygu olarak bana hiç geçmediği gibi, ilgimi de çekmedi. Kısa filmden, ilgili perdenin tamamına hakim havaya kadar öyle düştü ki tempo, aklım ilk bölümde kaldı. Dahası ben bu bölümü metin noktasında da zayıf buldum. İlk bölümdeki anlatım ve aktarım öyle güçlüydü ki bir duygudan diğerine geçiş halime kendim bile şaşırdım. Öner Erkan‘ın oynadığı suçlu karakterine acımayla karışık gülerken, babasının kaybıyla yaşadığı yüzleşmede polis memuru Sadık’a (Fatih Artman) ağladım. Naci’nin (Serkan Keskin) acısının sıra dışı dışa vurumu ise tam bir duygu kokteyli idi. Her biri ayrı seyir zevki sunan oyunculuk performansları ile bu bölüm gerçekten şahaneydi.
Her zaman bu denli güçlü kadroyu bir arada bulmak da inanın mümkün değil. Benimkisi, bana göre en iyinin peşinde olmak, bu yolda önüme çıkan engellere hayıflanmak. Yukarıda biraz söylenmiş olsam da kesinlikle izlediğime memnun olduğum bir oyun oldu. Emeği olanlar sağ olsun, var olsun.
Oyunun Künyesi Yazan, Yöneten: Berkun Oya Yapımcı: Nisan Ceren Göçen Sahne Tasarım ve Kostüm: Berkun Oya Işık: Cem Yılmazer Dekor Uygulama: Muhtar Pattabanoğlu Ses Tasarım ve Uygulama: Hakan Atmaca Oyuncular: Alican Yücesoy, Defne Kayalar, Fatih Artman, Okan Yalabık, Öner Erkan, Serkan Keskin, Settar Tanrıöğen Prodüksiyon Sorumlusu: Evrim Zeybek Proje ve Reji Asistanı: İrem Avcı Teknik Sorumlu: Emrah Altıntoprak Topluluk: KREK Tür: Trajedi & Dram Seanslar Afiş