Aile yalanları, bir ailenin hayatında ufak bir kesitinin sıcacık ve nesnel bir anlatımı olmuş. Evlenmemiş, ailesinden uzaktan yaşayan ufak tefek de olsa ailesi ile hesaplaşmasını tam olarak bitirememiş ama içinde bunun kabullenmesini tamamlamış bir Melisa Sözen (Belgin). Hala ailesini tüm bireylerinin iyiliğini isteyen, onları bir arada tutmaya çalışan, arka planda onlar için planlar yapan ve kendisinin önüne ailesini koymuş ve koymaya devam edecek olan Ülkü Duru (Müzeyyen) ve 70’inden 80’ine yolculuk yapan ama hala hayattaki temel rolü olan erkek olmayı! oynayan Kamuran.
Gece gece çalan bir acı telefonla uyanıyoruz. Muhtemelen tüm seyircinin aklına ve tabi ki Belgin’in aklına aile bireylerinden birine birşey olduğu geliyor. Oyun burada bir dram ve acı ile aile hesaplaşması beklentisi yaratırken, birdenbire aslında babanın anneyi aldattığı bilgisini esprili bir dille seyirciye vererek bir komediye dönüşmüyor değil. Ama her tiyatro, her hesaplaşma ve her hayat acı bir dille anlatılacak değil ya.. Burada işte aslında senaryonun akılcılığı ön plana çıkıyor. Gülerken düşünüyor, düşünürken duygulanıyor ve gülümsüyorsunuz…
Karakterler hikayelerini zaman zaman kendileri anlatıyor. Zaman duruyor ve karakterin kendi bakış açısı ile hikayelerini dinliyorsunuz.
Belgin’in ağzından annesi ve babası ile olan ilişkisi, çatışmaları ve oyunun sonunda annesine içinden geçenleri söylerken hem kendisini hem de annesini özgürleştirmesine tanık oluyorsunuz. Ve aslında hayatınızın hangi döneminde iseniz Belgin’i ve annesini anlamanız, daha da kolaylaşıyor. Gözleriniz doluyor belki de ama Belgin’in annesine; “anne, ben senin bizler için ne fedakarlıklar yaptığını görüyorum. Kendini nasıl bir kafese hapsettiğini biliyorum ve farkındayım ama beni bunlar için suçlu hissettirmeyi bırak” dediğinde ve bunu annesini çok ama çok severek söylediğinde sizin de belgin ve müzeyyen ile gözleriniz doluyor. Müzeyyen, çocukları bazen kendisi ile ağır konuşup gittiğinde kucağına nasıl ağır taşlar bıraktıklarını anlattığında siz de anne ve babanızı aslında nasıl kırabildiğinizi anlıyorsunuz. Sonra “anneyim ben her zaman onları seveceğim” dediğinde, kalbinizden koca koca parçalar kopup gidiyor. Hepimiz bunları yapmadık mı…
Ve tabi Kamuran. Kamuran size, aslında erkek olarak doğmanın ve bu ülkede erkek olarak büyümenin avantajlarını gösteriyor. Çünkü bu karı-koca, baba-kız, ve aile kavramları içerisindeki en bağımsız karakter Kamuran. O Dilruba ile bir tek gecelik meşk ’in peşinde. 74 yaşında ama çevresinde olanlardan bağımsız, karşı komşunun bakıcısına yanık. Kamuran’ın bakış açısından dinlediğimizde, Dilruba aslında Kamuran’ı tavlamaya çalışıyor. Hatta zaman zaman fiziksel temaslar bile olmuyor değil ama hikayeyi Müzeyyen’in (evet Dilruba değil Müzeyyen) tarafından dinleyince aslında Kamuran’ın bu ilişkiye nasıl aç olduğunu, ve olanları nasıl farklı ve yanlış yorumladığına şahit oluyorsunuz ve her iki oyuncu da rolünü o kadar iyi oynuyor ki; hayali Dilruba kapıyı çalıyor ve Kamuran’ın hayaları bir bakmışsınız avuçlamış… Kamuran’ın çapkınlık hikayesinin yanında, Belgin’le olan baba-kız hikayesine de bir parantez açılıyor ve Belgin babası ile de ufak bir hesaplaşma yapıyor ancak oyunun belki de en zayıf halkası bu bölüm. Baba ile kızın hikayesi o kadar az ki, hesaplaşması da ancak o kadar olabiliyor. Kamuran aslında ne tam anlamı ile koca olmayı ne de baba olma rolünü iyi oynamış aslında..
Oyun nasıl sıcacık başladı ise aynı şekilde kapanıyor. Birçoğumuzun hayatında olduğu gibi baba kızı ve oğlunu (oyunda görmediğimiz diğer karakter) otobüs garından almak için hazırlıklar yapıyor ve yemekler planlanıyor. Hayatımızdan bir kesit, tüm doğallığı ile ince ince işlenerek bizlere bırakılıyor.
Sahne üzerindeki ışık, hikaye geçişlerine göre renk değiştirse de, bunu gerçekten dikkat ederseniz fark edebiliyorsunuz. Kostümler ve dekor basit ve bence ailenin genel durumuna uygun olarak hazırlanmıştı. Belki dekor ve aksesuar anlamında biraz daha sahne doldurulabilir ve ev havası biraz daha fazla verilebilirdi ancak genel olarak oyunculuklar ve senaryo o kadar güzel aktı ki, seyircinin bunlarla çok ilgilendiğini düşünmüyor. Seyirci tepki ve katılımının çok fazla olduğu bir oyundu, bu da oyunun başarısını gösteriyor diye düşünüyorum.
Senaryo ve oyunda emeği olan herkesi tebrik ederim.
Oyunun Künyesi Yazan ve Uyarlayan: Nermin Yıldırım Yöneten: Hakan Emre Ünal Dekor Tasarım: Yasin Gültepe Işık Tasarım: Yasin Gültepe Hareket Tasarımı/Koreografi: Gizem Bilgen Yardımcı Yönetmen: Elif Aydın Reji Asistanları: Çağla Yağmur Doğan, Şevval Öztay Yürütücü Yapımcı: Dilek Tora Oynayanlar: Melisa Sözen, Ülkü Duru, Müfit Kayacan Topluluk: Zorlu PSM, Toy İstanbul, Melisa Sözen Tür: Trajedi, Dram Süre: Tek Perde / 85 dak Seanslar Afiş