“Kralım sen çok yaşa!” “Çok yaşa kralım, çok yaşa!” “Yaşa ki biz ölelim uğruna…”
Be insan, bunca sene yaşadın da hep kendine bir baş seçmekle uğraştın. Ne kolay değil mi, liderini seçip geriye yaslanmak. Ver sorumluluğu, gerisine razı ol! Oh! Ne fark eder tepedekinin sıfatı: reis, başkan, önder, rehber, şef, başbuğ, kral… Hepsi aynı. Her sorumluluğu baştakinin üstüne yüklemenin tatlı sorumsuzluğu ile rahatlıkla yaşa sen, insan. Büyük kararları o versin, o ne derse yap sen, insan. “Her kafadan bir ses çıkmasın,” diye başına baş ettiğin o başın içinde ne düşünceler şekilleniyor. Hiç umursama emi, insan. Ah insan! Senin bahşettiğin büyüklüğü kaldırabilir mi her baş? O başın içine bakmadan taç etme kimseyi başına, demediler sana değil mi? Sen de haklısın.
Eskişehir Odunpazarı Belediye Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni pek kıymetli Elçin E. Karaahmet, daha önceki oyunların aksine, absürt türde bir oyun sahneye koymayı tercih etti geçtiğimiz sezon. Geniş açıda ele alındığında oyunun konusunu, oyunun başlığı doğrudan anlatıyor diyebilirim: Uşak, Kral ve Ötekiler… Geriye sadece tek bir kişi (Uşak) kalana kadar, kendi şımarıklığı sayesinde, ülkedeki herkesi bir bir öldürmüş bir kral hayal edin. Baş danışmanından, bahçıvanına, kraliçeden komutanına kadar herkes; kralın hassas tahammülsüzlüğü yüzünden idam edilmiş ve koca ülkede kendisi ile uşaktan başka hiç kimse kalmamış… Fakat öldürdüğü onca insan yine de etrafında, ona destek oluyor, akıl veriyor. Uşak sağ olsun… Tebaası olmayan bir kral; ne kadar kraldır? Kocaman bir ülkeden geriye kalan tek insanın, mabadını bir tahta parçasına koyması, onu herhangi bir şey yapar mı diye sorgulatan bir oyun Uşak, Kral ve Ötekiler…
Bazı metinler vardır ki, nasıl oynanırsa oynansın, hikayenin gücünden beslenir. Bazı oyunlarda ise yönetmen mahareti gerekir. Kimi metinler, oyuncu becerisine ihtiyaç duyar parlayabilmek için. Uşak, Kral ve Ötekiler; seyirciyi derinden etkileyebilmek için bu üç unsura da ihtiyaç duyuyor. Bundan dolayıdır ki ince elenip sık dokunması gereken bir oyun. Özellikle son yıllarda, basit dille yazılmış ancak güçlü alt metinlere sahip oyunlara ayrı bir tutkunluğum var. Kısa ve günlük repliklerle örülmüş, büyük (hatta groteske varacak kadar büyük) durumlar beni mest ediyor. Bu bağlamda oyunun metni, tüm beklentilerimi karşılıyor. Süleyman Karaahmet’in zekasından çıkan bu oyun, son on yıl içinde yazılmış absürt komedi türünde yazılmış en başarılı metinlerden birisi, bana kalırsa.
Kumaşlarla kaplı bir dizi işlevsel paravandan oluşan sade dekor, seyircinin gözünde gerçek bir saray imajı çizmiyor. Zaten bu oyunda standart bir saray görmeyi de beklememek gerek. Özellikle, Uşak’ın spektrumunu çok net bir şekilde anlamamıza müsaade eden, çok amaçlı sade bir tasarıma sahip olan dekora ilk baktığınızda, ne bekleyeceğinizi bilemiyorsunuz. Ancak oyun akarken o basitliğin sizi şaşırtması, dokunaklı bir kastetmenin sonucu oluyor. Final sahnesinde kullanılan ışık tasarımı, Hasan Polatkan Kültür Merkezi sahnesinin verimsiz mimari tasarımına rağmen, izleyende sağlam bir etki bırakıyor.
Henüz fuayede beklerken, Mozart’ın Sihirli Flüt operasındaki “Der Hölle Rache” aryası sizi karşılıyor. “Cehennemin azabı, yüreğimde pişiyor” diye başlayan bu arya, oyundaki Kral’ın ruhunu kavrayabilmemiz için ortaya atılmış minik bir ipucu. Bunun haricinde, oyundaki özgün müzikler beni çok etkiledi. Özellikle o muhteşem final anındaki tekinsiz melodi, hala kulaklarımda çınlıyor.
Absürt metinler, oyuncular için çok aldatıcı olabilir. Hele ki bu metin komedi ise. Oyuncu böyle bir metni ilk ele aldığında tipleme yapma refleksine kapılabilir ve bu da iki boyutlu, derinliksiz kişilerin ortaya çıkmasına sebep olur. Hâlbuki absürt komedilerde çizilmiş karakterler, dibinden köşesine kadar derinlikli bir uzantı sunmalıdır seyirciye. Bir oyunda oynamak, dünyanın en basit işidir; derini deşilmediğinde…. O derinlere layıkıyla inmektir zor olan. Zahmetlidir çünkü. Uşak, Kral ve Ötekiler, yazınsal olarak oyuncular için çok ölümcül bir tuzak barındırıyor içinde. Karikatür çizgide bir tipleme oynamaya meyilli oyuncular için bir zühul, karakterin detayında kendini var eden oyuncular içinse bir şölen… Bu oyunda her ikisini de görmek mümkün. Seyirci olarak çok keskin gözlerle izlenmesi gerek elbette. Sadece oynayan değil, izleyen de üstünkörü iş yapmamalı. Bu gerçeği dile getirmezsem olmaz.
Bir oyun izlerken değerlendirdiğim birincil unsur, bende gerçeklik hissi uyandırması… Hikayeye, atmosfere ve en çok karakterlere inanmak zorundayım. Yoksa nasıl baş edebilirim salonun dışında beni bekleyen dünyayla? Ömrümden bahşettiğim zamanın karşılığında bir avuntu almazsam, nasıl huzurla teslim olabilirim yaşamın gerçekliğine? Böyle bakınca belki tiyatroya büyük misyonlar yüklüyor olabilirim. Ancak her şeyin durmadan sahteleştiği bir dünyada, gerçeği sanattan talep etmek, sanırım herkesin hakkı artık. İşte bu bağlamda, Uşak, Kral ve Ötekiler’i izlerken biraz düşüncelere daldım.
Anlık ve dürtüsel kararlar veren tehlikeli bir Kral: Hüseyin Demir… Ve onun hükümranlığında hayatta kalabilmek için kılıktan kılığa girmek zorunda kalan bir Uşak: Abdullah Çiftçi… Uşak’ın hayatta kalma çabasına ek olarak zaman içinde zirveye duyduğu aç gözlülük, uşağı girift bir karakter olarak çiziyor. Benim gözümde Abdullah Çiftçi, bu katmanlı rolün altından ustalıkla kalkmış. Onu, Kral’ın hassas radarına yakalanmaksızın kılıktan kılığa girerken görmek çok keyifliydi. Kendisinin oyunculuğu: abartıya çok meyilli olan bu rolde, asla karikatüre kaçmadan çok doğru bir rotada ilerliyor. Ve seyircide doygunluk verici bir deneyim yaratıyor. Absürtlüğün aldatıcılığına karşı koyarak, gerçek bir karakter yaratmış olması, benim için övülmeye değer bir efor.
Oyunun en güçlü yanı, sonun başlangıçtan belli olması. Oyunun ilk on beş dakikasından sonra finalde ne olacağına dair tek bir olasılık beliriyor zihinlerde. Esaslı bir ters köşe ile seyirciyi şaşırtmak, her yazara cazip gelir. Öte taraftan asıl ustalık, finalde olacakları baştan belli edip seyirciyi o finale doğru tırmandırmaktır. Metni bu hususta ayrıca başarılı buluyorum. Bir kral en çok ne ister? Siz biliyorsunuz cevabı.
Ardınızı nereye koyarsanız koyun; ister kırık bir tabureye, isterse altın işlemeli bir tahta… İcraatinize hak veren, gönül veren, emek veren kimse olmadıkça, bir popodan ibaretsinizdir anca. Tek başına kalmış bir popo, nerede oturuyor olursa olsun, (belki bir taht, belki de bir koltuk) varoluşuna anlam yükleyecek kimse olmadıkça hiçbir şeydir. Tahtların üzerine tüm görkemleriyle yayılmış kıçlara iyice bir bakıp, tebaanın gücünü hatırlamak gerek artık.
Oyunun Künyesi Yazan: Süleyman Karaahmet Yöneten: Elçin Elmalıoğlu Karaahmet Yönetmen Yardımcısı: İpek Uzkalan Sahne ve Kostüm Tasarım: Çiğdem Öztürk Işık Tasarım: Kutan Gökkaya Müzik: Hüseyin Demir Oyuncu Koçu: Süleyman Karaahmet Oyun Fotoğrafları: Kutan Gökkaya Oyuncular: Abdullah Çiftçi, Hüseyin Demir Afiş Tasarım: Çiğdem Öztürk, Selen Tunç Broşür Tasarım: İpek Uzkalan Teknik Ekip: Barış Ömer Çorbacı, Batuhan Baysun, Hilal Demirtaş, Mehmet Doğru Işık Tasarım Danışman: Hüseyin Tokyol, Taner Işık Dekor Realizasyon: Eskişehir Odunpazarı Belediyesi Park Bahçeler Müdürlüğü, Çiğdem Öztürk Kostüm Realizasyon: Saku Terzi, Çiğdem Öztürk Topluluk: Eskişehir Odunpazarı Belediye Tiyatrosu Tür: Absürt Komedi Seanslar Afiş