Fanatik Olmak ya da Olmamak İşte Bütün Mesele Bu

Michael Önder’in yazıp, Salih Bademci, Nurhan Özenen ile Neslihan Arslan’ın oynadığı Fanatik, izleyenleri gülmekten kırıp geçiyor. Üç yıl önce başlayıp, yeni sezonda da birçok şehirde seyircisiyle tekrar buluşan oyunun sürecini ve başarısını konuştuk

Nasıl bir araya geldiniz?

Çağrı Şensoy: SBR’yi 2005’te kurduk ama kurucu ekip olarak öğrencilikten beri bir aradayız. 

Salih Bademci: Çağrı ile 2006 Nisan ayında Düşlerine Düştüm isimli bir oyunda bir araya geldik. Sonra bir sene bile isteye sınıfta kalıp, alt sınıfla birleştik. Oradan İmer, Hüseyin ve Güneş bize katıldı. Bir oyun da onlarla çalıştık, derken bu 5 kişilik kemik kadroyla SBR ‘yi kurduk. Kısacası her gelen kaldı. Şimdi Neslihan ve Nurhan kalmasın diye uğraşıyoruz ama onlar da kalıcı gibi. 

Nurhan Özenen: Ben sonradan gelen kişiyim. Sadece Michael’ı tanıyordum. Hatta tiyayroya uzun bir ara verdiğim için beni O ikna etti diyebilirim. Çağrı’nın dediği gibi güzel bir ekip olduk ve prova sürecimiz oldukça iyiydi. 

SBR ‘de genelde yabancı metinler sahneye koymuşsunuz, bu kez yerel bir metinle karşılaşıyoruz.

Ç. Ş.: Evet, yuva hariç hep uyarlama metinler çalıştık.

S. B.: Uzun zamandır yerli metin bulalım kaşıntımız vardı. Avangard olmayan, tatlı dilli bir oyun bakıyorduk. Denk geldi.

Oyunu ilk okuduğunuzda ne düşündünüz ve meseleye nasıl yaklaştınız?

Ç. Ş.: Ben komediyi başlı başına bir tür olarak değerlendiren biri değildim, daha çok bunu bir katman olarak görmeyi tercih ederdim. Ama bu bir komedi oyunuydu ve neden olmasın diye düşünerek işe koyuldum. Tanımadığım bir türle tanışmama vesile olduğu ve sonunda bunu deneyimlemiş olduğum için oldukça mutlu oldum. 

S. B.: Oyun Ushan Çakır vasıtasıyla geldi. Az önce bahsettiğimiz gibi zaten yerli oyun baktığımız için ben direkt ikna oldum ve oyunculara konsantre oldum. Michael oyuncu olarak Nurhan’ı yolladı, ben de Neslihan’ı önerdim. 

Neslihan Arslan.: Bana geç bir saatte Salih telefon etti. Biraz kötü bir gece geçiriyordum, ona yarın okurum dedim ama dayanamayıp, bir solukta okumayı bitirdim. Oyunu hem güzel buldum, hem de çok güldüm. Bence bütün karakterler güzeldi. Çünkü ciddi birşeyi güzel bir dille anlatıyor. Salih ve Çağrı ile ben karşı konservatuvarlardandık ama giriş sınavından beri tanışıyorduk, bu sebeple birlikte iş yapacak olmamız da bana çok anlamlı geldi. Yani yarın ararım dememe rağmen bir buçuk saat içinde Salih’i arayıp, olur dedim. 

N. Ö.: Ben senelerdir aynı kişilerle oynamanın getirdiği bir korkaklıktan olsa gerek zor ikna oldum ama oyun karakterim bana cazip geldiği için alışmam korktuğum kadar uzun sürmedi. 

Oyuncularla konuşma şansınız oldu mu başlamadan? Temel meseleniz ne oldu bu oyunu yazarken?

Michael Önder: Çoğu provaya gitme şansım oldu. Çağrı beraber çalışmaya açık biri olduğundan süreç benim için güzeldi. Filmden farklı yanları olduğu için alışık olmadığım yanları gözlemleme fırsatım oldu. Evet, oyuncularla konuştum. Söylenenlerin niye söylendiği konusunda herkesin aynı düzlemde olması lazım, yoksa oyunda tutarsızlıklar başlar. Ancak tiyatroda bir gerçek var: Bir noktadan sonra metin oyuncuların oluyor. Oyun daha çok oynandıkça bunu gözlemleyebiliyorsunuz. Bu değişim de işin canlı olmasının heyecanlı yanlarından tabi. 

Oyunun ilk fikri din derslerinin ana okullarda olup olmamasının tartışması zamanına denk geliyor. O yaşta bir çocuğun toplum tarafından nasıl şekillendirildiğini düşünmeye başladım. Yakın dönemde arkadaşlarımın çocukları oldukça onları gözlemledim. Her aile çocuğu için en iyisini yapmayı isterken, aslında değerleri üzerinden onun kimliğini şekillendiriyor. Sonra bu kimlik o insanın hayatını şekillendiriyor. Yani kendimizle ilgili birçok kararı kendimiz vermiyoruz. İşte bunu, insan mantığının en yitirildiği alan olan futbol taraftarlığı üzerinden anlatmak bana komik geldi. Yazarken kendi çocukluğumu düşündüm. Cennet cehennem gibi kavramları öğrendiğim zamanları hatırladım. Kimler niye gidiyor ve niye kalıyor? Annem İngiliz olduğu için herkesin inancına bağlı olarak ya ilkokuldaki arkadaşlarım ya ben ya da o alınmıyordu bu yeni öğrendiğim cennete. Bu absürt durum da oyunun içine böyle sızdı.

Bir gazetede oyun için bağnazlık eleştirisi başlığı atmışlar. Bağnaz bir baba mı izliyoruz?

Ç. Ş.: Evet, oyun bir bağnazlık eleştirisi. Tabi sadece bağnaz bir babanın değil her türlü bağnazlığın ve aşırılaştığımız herşeyin de bir eleştiri. Çünkü oyunda herkes bir tutam bağnaz ve herkes sıkışmış durumda, bu sıkışmışlığı da küçük de olsa bir şifdetle ortaya çıkarıyorlar. 

S. B.:  Evet, oyunda bağnaz bir babadan ziyade bağnaz bir anne de izliyoruz. 

N. A.: Herkes doğru yetiştirme şekli olduğunu düşünüyor bu oyunda. Bağnaz kelimesini kullanmazdım ama dayatmacı derdim. Belki iyi niyetle yapıyorlar ama sonuçta dayatıyorlar. 

Gelelim rollere… Gerçek bir taraftarı canlandırıyorsunuz, futbolla aranız böyle midir?

S. B.: Hiç değil. Rolüme hazırlanırken Çağrı’yı örnek aldım. Ama tabi derbilere katıldım ve oralarda gözlem yapma fırsatım oldu. Sadece derbi taraftarı olunca da işi gırgırı alıp, sadece eleştirisini yapmak kolay oluyor.

Ç. Ş.: Evet, birlikte derbilere gittik. 

Peki anne modern bir kadının temsili mi? Anne olmadan anneyi canlandırmanın zorlukları oldu  mu?

N. A.: Anaç biriyim. Klasik duyulacak ama söyleyeceğim şey gerçek. Her rolü oynamak oyuncu için zordur. Oyunda bir çocuk olsa belki böyle birşeye ihtiyaç duyabilirdim ama sahnede direkt bir çocuk olmadığı için daha çok bu kadının nasıl bir kadın olduğundan yola çıkmak benim yaklaşım şeklim oldu. Kadının nereden baktığı, nerede durduğuyla ilgilendiğim için anne olmamam sıkıntı yaratmadı diye düşünüyorum. 

Babaanne rolü oyunda neyi temsil ediyor?

N. Ö.: Her konuda fanatik bir babaanne modeli. Bir yandan da çok gördüğümüz kadınlardan, benim büyüme çağımda, annem dahil çok fazla böyle kadınla karşılaşmışlığım var mesela. Biraz onları anlatmaya çalıştım bu rolle. Onları taklit etmeye çalıştım diyebilirim hatta hazırlanırken.

Toplumumuzun futbolla ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? 

S. B.: Ben insanların futbolla kurdukları duygusal bağı anlayabiliyorum. Babandan sana bir takım geçiyor, takımın renklerini seviyorsun vs. Ama Türk toplumu herşeye futbol holiganlığı gibi yaklaşıyor, ben bunu anlayamıyorum. 

N. A.: Fanatizmin her türlüsüne karşıyım. Taraftar arkadaşlarım var ama benim anlayabildiğim bir dünya değil bu. 

Pandemiden sonra tekrar oynamak zor oldu mu? Bir tiyatroyu ayakta tutmak kolay olmamalı?

S. B.: Şu açıdan zor olmadı. Hepimiz sahnede olmayı çok özlemiştik. Tiyatroya bu kadar uzun ara vermek hiçbirimize iyi gelmedi. Şimdi geri başladığımız için o kadar mutluyuz ki, resmen sahnede daha canlıyız. Bir hata yaptığımızda bile yeter ki oynayalım, hata da neymiş kafası oluyor. Çünkü pandemide özellikle gösteri sanatları çok sekteye uğradı ve bu bizi gerçekten üzüyor. 

N. Ö.: Pandemide birçok zorluk yaşandı. Hayatımız çok zorlandı. Oyun da, evet sil baştan oldu ve tekrar başladığımızda da çok prova yapacak zaman bulamadık. Sadece üç prova yapabildik. Ben en çok kendimden korkuyordum. İlk provayı benim evde yaptık ve korktuğum başıma gelmedi. Herşeyi hatırladığım için kendime şaşırdım. Keyif aldığımız bir oyun olduğu için silip atmamışım.

N. A.: Her oyuncu aynı şeyi yaşamıştır muhtemelen. Pandemide yaşanan aradan dolayı sahneye çıkmadan önce tedirginlik oluyor. 2 oyun öncesine kadar ben de hala heyecanlıydım ve heyecanlıyım diyerek de herkesi tedirgin ettim.

Peki bağımsız tiyatroların ayakta kalması?

N. Ö.: Bu soruyu tiyatro sahibi oldukları için Çağrı ve Salih daha iyi cevaplayacaktır. 

S. B.: Bağımsız tiyatroların ayakta kalması için tabiki devlet desteği veya sponsorluklar söz konusu. Ama bağımsız tiyatronun da yapması gereken seyircinin nabzını tutarak, onun talebini daha çok önemseyerek, bu yolda oyunlar yapmak. Bu, kendinden feragat etmek demek değil ama biraz taviz vermek olabilir. Fanatik, diğer oyunlarımıza nazaran daha farklı ve seyirciye oynayan bir oyun. Çünkü bağımsız tiyatrolarda seyirci sizin hem maddi, hem de manevi motivasyonunuz, onları reddederek bir yere varamazsınız. 

N. A.: Süreç içinde küçük dokunuşlarla bağımsız tiyatrolara yardım etmeye çalıştık ama buna rağmen kapanan birçok sahne ve tiyatro oldu maalesef. Tiyatroların ayakta kalması başlı başına bir konu. Konuya devletten girip, nerelerden çıkmamız gerekir ve oralardan çıkabilir miyiz bilemiyorum. 

Genelde seyircinin tepkisi nasıl? En çok neye gülüyorlar? Siz neye gülüyorsunuz? 

Ç. Ş.: Futbol konusu bir deşarj alanı açıyor olabilir. Neticede büyük bir zümrenin boşaltım ve sağaltım aracı. Tabi holiganlığa kadar varmadıkça. 

S. B.: Üç kuşak arasındaki çatışmaya çok gülüyorum. Benim için tam bir Türk aile yapısı eleştirisi. Yazar bunu çok incelikli yakalamış. Türk toplumunun erk kısmının önemsediği tarafı çok güzel anlatmış. Tabi Türk toplumunun futbola yaklaşımını eleştiremem çünkü çok subjektif bir tarafı var. Asıl sorun Türk toplumunun her türlü değere futbol holiganı gibi yaklaşması.

N. Ö.: Bana tuhaf geliyor, kadın olarak erkekliğe has buluyorum.

N. A.: Ben kadın erkek diye ayıramam. Benim futbola çok tutkun kadın arkadaşlarım da var. Şahsi gözlemim futbolla ya deşarj ya da şarj olunuyor. İlgilenmediğim bir yer ama yurtdışındaki büyük maçlara ilgiyi görünce bir şeye hizmet ettiğini anlayabiliyorum. Yine de politik bir cevap olsa da fanatizmin her şeyine karşıyım. Çünkü akıl tutulmasına yol açabiliyor. 

Hayattan zevk aldığınız şeyler neler?

Ç. Ş.: Çalıştığım zamanların dışında sevdiğim insanlarla sohbet etmeyi ve hayvanlarla vakit geçirmeyi seviyorum. Bir de gelecekle ilgili düşünmek ve motivasyon kaynaklarını keşfetmekten hoşlanıyorum.

S. B.: Kapanmalarda gördüm ki ben kapanarak yaşayamayacağım. Boş zamanlarında ne yaparsın diye sorduklarında eğlenmeye gidiyorum diyorum hep. Gerçekten bunu yaparım. Sağaltımı böyle sağlıyorum. Seyahat etmeyi ve şarabı çok severim. Vakit buldukça da arkadaşlarımla vakit geçirmeyi.

N. A.: Pandemiden sonra değişti mi bilmiyorum ama ben evcil biri olduğumdan evde vakit geçirmeyi seviyorum. Sosyalleşmeyi de seviyorum ama yine de evde tahta boyamak, müzik dinlemek her daim ilk tercihim. Pandemiden önce daha çok seyahat ederdim ve bilmediğim yerleri keşfetmekten hoşlanırdım. Beni rahatlatan bir hobimdi. Umarım yine yaparım.

N. Ö.: Sosyal bir insanım. Sosyal ilişkilerle beslenirim. Tiyatro ve dizi çalışmalarım zaten çok zamanımı alıyor. Onun haricinde çok fazla birşey yapamıyorum. Neslihan gibi evde olmayı seviyorum. Pandemide çok okuyamadım, şimdi evde olduğum zamanlarda o boşluğu tekrar doldurmak istiyorum. 

Bu keyifli röportaj için çok teşekkürler. İzlemek isteyenler sezon içindeki güncel tarihleri nasıl takip edebilirler?

Ç. Ş.: Biz teşekkür ederiz. Yazın açık hava oyunlarımızı tamamladık, sezonda farklı sahneler ve turnelerde görüşmek üzere. Tarihleri tiyatromuz Siyah Beyaz ve Renkli’nin instagram sayfası SBR’den takip edebilirler.

Oyunun Künyesi
Yazan: Michael Önder 
Yöneten: Çağrı Şensoy
Dekor Tasarımı: Cihan Aşar 
Işık Tasarımı: Emir Uğurçağ 
Yönetmen Yardımcısı: İmer Özgün Bademci 
Kontrtenor: Nuri Harun Ateş 
Kostüm: Naz Özturna 
Proje Asistanları: Burcu Şişli, Kadir Yıldırım, Devrim Selen Güner 
Afiş Tasarımı: Metin Toplu 
Fotograf: Çağdaş Başar 
Oyuncular: Neslihan Arslan, Nurhan Özenen, Salih Bademci 
Topluluk: Siyah, Beyaz ve Renkli 
Tür: Komedi
Seanslar
Afiş
Fil Yazar
Fil Yazar
87’de Ankara’da doğan Günsu Özkarar, eğitimine Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nde başlayıp, mezuniyetinin ardından İsviçre’de master, yurda geri döndükten sonra da İstanbul’da doktora yaparak akademik basamakları tamamlamıştır. Hala çeşitli yerlerde çalan ve ders veren Özkarar’ın aynı zamanda 7 farklı kitabı da vardır ve basında sanat haberciliği yapmaktadır. Tiyatroya olan ilgisi ise tiyatrocu olan annesinden gelmektedir ve tiyatro yazarlığı eğitimi devam ederken Fil Rüyası isimli ilk oyunu da okuma tiyatrosu olarak sahnelenmiştir.

içerik ekle

sitemizde yayınlanmasını istediğin haber, eleştiri ve değerlendirme yazılarını kolaylıkla yayınlayabilirsin

benzerler

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Okunası yazılar

E-Posta Bülteni Kaydı

Size sitemiz ve tiyatrolar ile ilgili haberler göndermek istiyoruz