İki insanın aşkı kaç insanın kabusu olur ki yaşam, aşktan uzak, hüzünlü bir kaybediş hikayesine dönsün? Bu hikayede kaybeden aşk olmayacak.
Turgay Korkmaz’ın yazıp, oyunculuğunu Orkuncan İzan ile paylaştığı bu Ankara hikayesi, aslında toplumun her kesimine dokunan bir hikayeye dönüşüyor. Ersin ve Deniz, düğün ve davetlerde köçeklik yaparak para kazanan iki insan, iki dost, iki sevgili. Bunu kendilerine dahi itiraf edemezler. Çünkü bu “normal” değildir. Toplum baskısını daha yakından hisseden Deniz, aralarında olan tutkuya isim koymaz. Ama Ersin’in çığlığı var. Ersin’in yorulmak bilmez bir cesareti var. Oyun boyunca iki karakterin arasındaki yakınlaşma ve uzaklaşmayı, neden kendilerini durdurmak istediklerini, neden durduramadıklarını, neden durmamaları ve neden durmaları gerektiğini seyirciler olarak fark ediyoruz. Çünkü o dünya bizim de dünyamız. Ama hep biri vazgeçer. Bu da Deniz olur ve normun ondan istediği şeyleri yapmasına izin vermesine sebep verir. İstemediği iş ve istemediği bir evlilik… Çünkü erkek olmak için bunlar gereklidir. Adam olmak için…
Oyuncuların dürüstlüğü ve samimiyeti böyle bir hikayenin keyifle izlenebilmesi için geçer sebep oluyor. Yönetmenin seçimleri bazı yönlerden oyunun atmosferinden uzaklaşmamıza yol açıyor. Hikayeyi izlediğimiz sahnelerde uzun diyaloglar, teferruatlı dekor değişimi, ışığın cılız bir görüntü oluşturuyor olması ve dans ettikleri sahnelerde de tam tersi bir etki uyandırması bilinçli bir tercih olabilir fakat böylesi bir ritim değişikliği meseleye dair bir uzaklaşma yaratıyor. Ve Ankara pavyonlarına özgü ışıklandırmalar kullanılmış olmasına rağmen bu da yeterli seviyede olmadığı için o gerçeklik kırılması yaşanmıyor. Demek istediğim; gerçek dünyanın hüzünlü ve karanlık yanıyla, o iki insanın rol yaptığı, yalnızca eğlendirmek için orada bulundukları sahneler arasında radikal bir geçiş yapılmadığını görmekteyiz. Hatta yalnızca oyunun süresini uzatmak adına yapılmış eklenmeler olduğu düşünülüyor. Bu sahneler seyircinin nefes aldığı anlar olabilir fakat diyaloglar içerisinde yeterli komedi unsurlarıyla seyirci, hikayenin trajik noktasından uzaklaşabilmektedir. Keza bu yüksek tempo oyunun başında görülmektedir. İki oyuncu dans ederek başlar ve oldukça eğlenceli bir başlangıçtan sonra temponun böylesine aniden düşüşü ve yer yer tekrar yükselmesi, yalnızca bu dans sahneleriyle kalınca etkileyicilik oranı azalmaktadır.
Oyuncuların bu iki karakteri tanıyor olduğunu çok iyi anlıyoruz. İyi bir analiz ve gözlemle birlikte hem bir köçek olmayı hem de bir eşcinsel olma halini -ki o coğrafyada kesinlikle kabul edilemez bir durum olmasına rağmen- çok başarılı bir şekilde harmanladıklarına şahit oluyoruz. Tüm o oyun havalarına olan hakimiyetleri hiçbir şekilde amatörlük barındırmıyor ve bu yüzden tebrik etmek gerekir. Çünkü disiplinlerarası çalışmanın zorluğu bir yana, o disiplinin içerisindeyken bile oyunculuktan hiçbir şekilde uzaklaşmamak büyük bir çalışma gerektiriyor. Verilen bu emeği de sahnede açıkça görebilmekteyiz.
Her sahneden sonra dekor değişikliği hikayeye pek katkı sunmuyor ve sahne geçişlerinin arasındaki tempoyu düşürüyor. Bu anlamda bir gerçekçilik mecburiyeti olmamasına rağmen gerçeğe yakın dekor kullanımı zorunlu bir özellik olarak görülmüyor. Onun dışında oyuncular diyalog kurarlarken sürekli bir hareket halinde olmaları sahneyi canlı tutan bir özellik oluyor. Soyunmaları, giyinmeleri, çantalarını doldurup boşaltmaları vs. sahne ritmini yüksekte tutmaktadır. Yalnızca dans kıyafetleri dışında neden hep beyaz renk kıyafetler seçildiğine dair belirli bir izlenip uyanmıyor. Bilinçli mi değil mi anlaşılmıyor. Anlaşılmak zorunda mıdır, bunu yönetmenin seçimine bırakmaktan başka bir şey gelmiyor aklımıza.
Hikayeler değişmiyor. İstanbul, Ankara, Mersin ya da Erzurum; insanın ortaklığı olan meseleler nasıl anlatılırsa anlatılsın, seyircinin içine bir yere dokunuyorsa bunu dikkate almak gerekir. Belki bunu dönüştürmek, başka türlüsünün de olabileceğine inanmak ve yorulmadan aramak gerekiyor. Tiyatro, dans, müzik ya da heykel, her ne olursa olsun meseleler gerçek ve sanat da bu gerçekliği görünür kılıyor. Bunu yaparken asıl gerçekliği unutmadan, kendi gerçekliğini yaratmaktan kaçınarak, derdini anlatabilmek, nasıl olursa olsun… Hikayelere sahip çıkmak ve onlara sarılmak gerek. İki eşcinsel… İki insan… İki aşık… Ve bir araya gelmemeleri için engel olan koca bir dünya. Sanırım bütün mesele tam da bu dünyanın kendisiyle olmalı.
Bakışın dışında kalanlar ve bakışın merkezinde olanların çatıştığı dünyada biz hangi tarafta duruyoruz?
Oyunun Künyesi Yazar: Turgay Korkmaz Yönetmen: Kayhan Berkin Yönetmen Yardımcısı: Emre Arslanbek Hareket Tasarımı, Koreograf: Korhan Başaran Işık Tasarımı: Ayşe Sedef Ayter Dekor Tasarım, Kostüm Tasarım: Hilal Polat Sahne Teknisyeni: Ammar Özçelik Ses & Efekt Operatörü: B. Barış Hamarat Yapımcı: Gökhan Gürün Sanat Yönetmeni: Aytekin Atabey Asistan: Rengim Melis Köse Asistan: Ayşe Selin Yanar Müzik: Cem Değirmen Afiş Tasarım, Fotoğraf: Emre Yunusoğlu Video & Animasyon: Özgürcan Uzunyaşa Oynayanlar: Orkuncan İzan, Turgay Korkmaz Topluluk: Faraza Tiyatro Tür: Komedi, Trajedi & Dram Seanslar Afiş