Kürk Mantolu Bir Kadın Portresi Ne Anlatır İnsana?

Füsun Akatlı, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna adlı romanının önsözünde “Süslerden uzak, yalın ama yine de anlatının özünü yansıtmaya çok elverişli görünen şiirli bir dille, sürükleyici bir ‘tahkiye’ –öyküleme– ile kaleme alınmış olan bu defter, Türk anlatı edebiyatının küçük ve zarif mücevheri gibidir,” diye niteler romanın belkemiği kara kaplı defteri. Taner Barlas tarafından oyunlaştırılıp yönetilen ve roman ile aynı adı taşıyan oyunu seyerttiğimizde de defterin, değerli tiyatrocularımızın usta oyunculuklarıyla birlikte gerek dekoru (M. Nurullah Tuncer) gerekse döneme özgü müzikleriyle bu kez sahnede de tüm zarafetiyle parıldadığına tanık oluruz.

Romanın okurlarının da bildiği üzere; Raif Efendi’nin geçmişine dair tüm sırları haiz kara kaplı bir defteri vardır. Yıllar yılı işyerinde bir çekmecede duran bu defter, romanın olduğu gibi oyunun da odağını saklayan bir muhafazadır sanki. Defter, yaşlı adamın hastalığı sırasında ziyaretine gelen mesai arkadaşının (Ekin Aksu) merak ve ısrarıyla seyirciye deşifre olur.

Karşımızda, geçmişte yaşadıkları sebebiyle insanlara olan güvenini kaybetmiş hasta yatağında Raif Efendi (Taner Barlas) ve arkadaşı vardır. Son on sene boyunca tek dostu olan defterini “Seninle hiç şöyle uzun boylu konuşamadık,” diye hayıflandığı genç arkadaşına teslim etmek, onun için pek de kolay değildir. Ancak bu ısrarcı arkadaş da olmasa Raif Efendi’nin geçmişte yaşadığı hazin aşktan kimsenin haberi olmayacaktır. Fakat olan olur, yaşlı adamın geçmişi yeniden can bulur. Defteri yer yer okunur, yer yer ete kemiğe bürünür, geçmiş gözümüze ‘şimdi’ diye görünür*.

Yaşlı Raif, az sonra hayatı boyunca aradığı bütün anlamı bir portreye yükleyecek o genç haline sufle vermek üzere yatağından kalkar, yola koyulur. Defterin ilk sayfasına Raif Efendi tarafından düşülmüş tarih, sahne zamanını geriye sarar.

Kurk Mantolu Madonna Yky Tekperde.com
Sabahattin Ali’nin Yapı Kredi Yayınlarından çıkan kitap kapağı

Her şey, Raif Efendi’nin Berlin’de, bir resim galerisinde gördüğü o portre ile başlar. Günün birinde Raif Efendi (Kıvanç Kürkçü), gerçekte iki ay, zihninde bir ömür sürecek aşkın kahramanı Maria Puder ile karşılaşınca; seyirci de Kürk Mantolu Madonna‘yı tanıma fırsatı elde eder.

Ve bu bağlamda oyun akışında Raif Efendi; karısı, annesi, pansiyon komşusu Frau Tiedemann (Şebnem Özinal) ve de en önemlisi Maria Puder –nam-ı diğer Kürk Mantolu Madonna– (Ceren Benderlioğlu) ile boy gösterir. Defter izleğinde olayları takipteyken sahnede gördükleriyle göz perdesi aralanan seyirci, kendi geçmiş güncesini didik didik ederken bulabilir zihnini. Açık açık söylemese de genç Raif’in Kürk Mantolu Madonna portresine her bakışıyla, “Hayatın boyunca aradığın, beklediğin kişiyi önce kendinde bul,” demek istediğini bile iddia edebilir kimi seyirci. Hatta oyundan sonra –ki benim de yaptığım gibi– Sabahattin Ali’nin 1943 yılında kaleme aldığı ve haklı olarak Türk Edebiyatının baş yapıtlarından biri olarak kabul edilen “Kürk Mantolu Madonna” romanını bir kez daha ve fakat bu kez farklı bir bakışla okumak isteyebilir.

Kara kaplı defter öyle bir defterdir ki biterken bile yapar yapacağını. Son sayfası okunup kapağı kapatıldığında; Raif Efendi’nin cümleleri bitimli aşklara inat üşüşüverir kafalara. O andan sonra sürekli konuşur zihinlerde Raif Efendi.

“Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin,” der,

“Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz,” der,

“Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir,” der,

“Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi,” der,

“Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür,” diye sorar…

Oyun bitse de o; anlatır da anlatır, sorar da sorar. Hiç susmaz. Peki bu cümleler sahnede söylenmiş midir? Belki söylenmiş belki de söylenmemiştir. Meraklısı mutlaka gitmeli, bizim duyamadıklarımızı duymalı, göremediklerimizi görmelidir.

Bizim içinse oyuncuları ayakta alkışlama vaktidir. Replikler, sosyal medyada viral olmuş Sabahattin Ali kitaplarından alıntılar, geçmiş okumalardan akıllara kazınmış cümleler, bitimsiz raks etmektedir her dem alemde. Yakalayana aşk olsun!

“Her insan kendi insanını arar,” diye oradan oraya zıplıyordur biri hâlâ. Bir başkası “Deli gibi sevmenin hiç de arzulanacak bir sevme biçimi olmadığını, gayet aklı başında sevmenin de mümkün olabileceğini,” fısıldıyordur ki Raif Efendi’nin sesini duyarız yine içimizde bir yerlerden. “Sizinle hiç şöyle uzun boylu konuşamadık.” Fakat artık biz, öyle düşünmüyoruzdur. Daha az önce onunla şuracıkta uzun uzun konuşmuşuzdur çünkü.

*Yunus Emre “Ete kemiğe büründüm/ Yunus diye göründüm.”

Oyunun Künyesi
Yazan: Sabahattin Ali
Oyunlaştıran & Yöneten: Taner Barlas
Dramaturg: Ekin Aksu
Dekor ve Işık Tasarımı: M. Nurullah Tuncer
Kostüm Tasarımı: Esra Enis Kesicibilek
Oyuncular: Taner Barlas, Ekin Aksu, Şebnem Özinal, Ceren Benderlioğlu, Kıvanç Kürkçü
Işık ve Efekt: Burak Belet
Dekor Uygulama: Serkan Kavurt
Afiş Tasarımı ve Fotoğraf: Kenan Özcan
Asistan: Emre Boyuneğmez
Yardımcı Yönetmenler: Öykü Eraslan, Enes Sarı
Topluluk: Aysa Prodüksiyon
Tür: Trajedi & Dram
Seanslar
Afiş
H. Esra Kara
H. Esra Karahttp://hesrakara.com
Ayvalık’ta doğdum. Fizik öğretmeniyim. STEM ve Robotik Kodlama eğitmenliği yapıyorum. İstanbul’da yaşıyorum. Öykü, deneme, şiir ve tiyatro metinleri yazıyorum. Edebiyat Haber, Mikroscope, TekPerde Tiyatro, Galapera Fanzin, e-koç, Kitap Koala, CNNTÜRK, Parşömen Fanzin, Karadiken Dergisi dahil olmak üzere çeşitli basılı mecmua ve çevrimiçi mecralarda öykü, tiyatro eleştirisi, deneme türlerinde yazılarım yayınlandı. 2012 yılında İnönü Üniversitesi Öğretmenin Hikâyesi Yarışması’nda, “Büyük Usta” adlı öyküm üçüncülük ödülüne değer görüldü. Hikâyem, üniversite tarafından yayımlanan Öğretmenin Hikâyesi adlı kitap seçkisinde yer aldı. 2014 yılında Berlin’de faaliyet gösteren Regenbogen Buchhandlung / Gökkuşağı Kitabevi’nin düzenlediği öykü yarışmasında “Aşk Düşlere Sığar mı?” adlı öyküm, kitap seçkisinde yayımlanmaya değer bulundu. 2018 yılında “İnci” adlı öyküm İnönü Üniversitesi Öğretmenin Öyküsü Öykü Yarışması kitap seçkisinde yayımlanmaya değer bulundu. 2020 yılında “Üç Moira” adlı öyküm Karşıyaka Belediyesi Homeros Edebiyat Ödülleri Tarık Dursun K. Hikâye Yarışması’nda ikincilik ödülüne değer görüldü ve yayımlandı. 2021 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları “Şehir Yazarlarını Arıyor” Projesi dahilindeki atölye çalışmalarına katılarak “Yetmiş Dokuz’un Sonuydu” adlı tiyatro oyunumu yazdım. Mart-Eylül 2023 döneminde Galataperform tarafından düzenlenen “Oyun Yazarlığında Ustalık Sınıfı” Atölyesi’ne katılarak bir oyun metni yazdım. Ocak- Temmuz 2024 döneminde Beliz Güçbilmez “Başlangıç Atölyesi: Tersine Mühendislik”, “Devam Atölyesi: Hikâyeler Nereden Geliyor?” ve “Bütünden Parçaya: Hikâyenin Belleği” , “Parçadan Bütüne: Hikâyenin Zihni” atölyelerini tamamladım. 2024 Ekim'inde Avrupa Birliği tarafından fonlanan Mediterranean Researchers' Night - MEDNIGHT Mednight Tales 2024 Hikâye Yarışması “General Public” (Toplum Geneli) kategorisinde “Çerden Çöpten Bir Ada Hikâyesi” adlı hikâyem ile kazananlar listesine girdim.

içerik ekle

sitemizde yayınlanmasını istediğin haber, eleştiri ve değerlendirme yazılarını kolaylıkla yayınlayabilirsin

benzerler

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Okunası yazılar

E-Posta Bülteni Kaydı

Size sitemiz ve tiyatrolar ile ilgili haberler göndermek istiyoruz