Hiç Bitmeyecek Bir Kavga: İki Kişilik Hırgür

‘’Zaten hep bir şey çıkar. Fırtına çıkmazsa demiryolu işçilerinin grevi çıkar, hastalık çıkmazsa savaş çıkar, savaş çıkmazsa yine savaş çıkar.’’

Absürt tiyatronun önemli temsilcilerinden olan Eugene Ionesco tarafından yazılan, Özgür Avcu rejisiyle Ankara Devlet Tiyatrosu bünyesinde yeniden hayat bulan oyun, ikinci dünya savaşı sırasında tarafsız bölgede yer alan bir evde yaşayan çiftin hikayesini konu ediniyor. Bu kadın ve adam, dışarıdaki savaşa aldırmadan kendi küçük dünyalarının problemleri ile savaşmaya başlıyorlar. Absürt tiyatronun diğer yazarlarına nazaran Ionesco’nun tarzını kendime daha yakın bulduğumdan oyuna büyük bir merakla gittim. 

Salona girmeye başladığımızda, çeşitli patlamalar, silahlar ve bağrışmaların olduğu sesler ile karşılaşıyoruz. Böylelikle oyunun atmosferine yavaş yavaş dahil oluyoruz. On yedi yıldır beraber olan iki sevgilinin mizansenleri ile açılıyor oyun. Üç kez aynı döngüde giden mizanseni kadın ve adam arasındaki ‘’kaplumbağa’’ ve ‘’salyangoz’’ tartışması bölüyor. Kadın, iki hayvanın da kabukları olduğunu savunarak iki hayvanı da aynı kategoriye koyuyor. Adam ise tam olarak aynı olmadıklarını savunup, ikisinin de farklı hayvan olduğunu açıklamaya çalışıyor. Buradan hareketle sembolik bir okuma yapmaya kalkıştığımızda bu iki hayvan, kadın ve adamındışarının belirsizliği karşısındaki korkularını ve bunun sonucunda kabuklarına çekildiklerini temsil ediyor. Aslında farklı kimliklere ve türlere sahip bu iki hayvanın kabuklarından hareketle tartışmaya açılması, savaş sonrası insanın kimliksizleşmeye başlamasına bir gönderme olabilir. Burada bana adamın kadına nazaran daha felsefi tavırda olması ‘’kaplumbağa’’ imajı yaratırken, kadın ise ‘’salyangoz’’ imajını destekliyor. Bir yandan kadın ve adamın bunca yıldır şiddetten beslenen ilişkisi, dışarının savaşına temsiliyet oluşturuyor. 

Oyun içindeki adam ve kadına bir karakter olarak bakmak mümkün değil. Herhangibir derinliklerinin olmamasınedeniyle bütün insanlığın birer temsili gibi kendilerini orada var etmeleri söz konusu. Yani bireysel bir hikaye değil, tüm insanlığın içine düştüğü bir anlam arayışı ve kimliksizleşme bu. Dramatik bir yapıdan söz etmek de mümkün değil elbette. Geçmiş, gelecek ve şimdi iç içe geçmiş şekilde aktarılıyor. Olayların belli bir sırası veya nedenselliği yoktu. Kadın ve adamın ara sıra geçmişlerine dair verdikleri bilgiler bizi bir sonuca götürmediği gibi bir önseme niteliği de barındırmıyor.Oyun kişileri tamamen ‘’şimdinin’’ üzerine inşa edilmiş. Öyleki, adamın sürekli bu geçen on yedi yıl içinde burada durup birbirlerini yemektense, neler neler yapabileceğine dair çeşitli ‘’keşke’’ler ortaya atması- ki bu keşkelerin hiçbiri birbiri ile tutarlı durumda değil- bir ressam, heykeltıraş veya teknisyen olabilseydi hayatının şimdiden daha verimli olacağına dair pişmanlıklar sunması, kadının tekrarlı biçimde sevgilisi uğruna kocasını terk etmesi ve adamın kocası kadar ‘’ideal’’bir erkek olmadığı üzerinden adama saldırarak pişmanlıklarını ifade etmeleri hayatın anlamını sorgulamak açısından yorumlanabilir. Oyun, kişilerin yapabilecekleri birçok şey olmasına rağmen, hiçbir şey yapmamış olmaları ve aslında şuanda bunları konuşmanın hiçbir anlamının da olmaması fakat birbirlerinden bir türlü kopamamaları, insanlığın çaresizliği veya bir hayat amacı araması, bu yolda kaybolması gibi kuvvetli eleştirel fikirler taşıyor. Bu yönden absürt tiyatronun eleştiri yönünü diğer türlere baktığımda daha kuvvetli buluyorum. Çünkü bu tür oyunlar derdini doğrudan değil, simgesel yönünü öne çıkararak dile getiriyor.

Ionescu Tekperde.com
Eugene Ionesco

Oyunun tek mekanda, bir yatak odasında geçmesi Ionesco’nun diğer oyunlarından da alışık olduğumuz bir tercih. Dışarının belirsizliği, ne getireceğinin bilinemezliği karşısında oyun kişileri, sürekli olarak evden çıkmak istemelerine rağmen buna cesaret edemeyerek bir mekanın içinde sıkışıp kalırlar. Bu duruma örnek yine Ionesco’nun ‘’Amedee ya da nasıl kurtulmalı?’’ oyununu verebiliriz. Dışarı ve içeri imgeleri, dışarının bilinmezliği ve içerinin sıkışmışlığı… Oyunilerledikçe mekandaki sıkışmışlık ve çaresizlik git gide tırmanıyor. Kadın ve adamın inatçı kavgalarını artık yaklaşan sesler iyiden iyiye bozmaya başlıyor. Dışarıdan gelen tehlikenin içeriyi de tehdit etmeye başlaması, yatak odasına düşen el bombaları, mermiler, heykeller, kırılan pencereler, duvarlar, kapılar derken gerilim iyice artıyor. Nitekim savaş seslerinin azalıp kendini kutlama seslerine bırakması dahi kadın ve adamın korkusunu ve gerilimini azaltmaya yetmiyor. Aksine dışarının belirsizliğini katlıyor. Kadının ‘’savaşıyorlardı, şimdi eğleniyorlar.

Demek ki bu adamlar insana her şeyi yapabilir’’ kaygısı, adamın ‘’yapacak bir şey bulamazlarsa canları sıkılır ve yeni yeni şeyler gelir akıllarına. Savaşırken daha zararsızlar’’ korkusu ile kadının adamı,dışardakiler için ‘’savaşacak bir sebep bul onlara’’ diyerek baskılaması, bir başka eleştirel kapıyı aralıyor. Savaşırken az çok başlarına ne gelecekleri belliyken barışla beraber korkunç bir belirsizliğe düşüyorlar. Adam kadının bu sebep bulmabaskısına son noktayı ‘’hiçbir şeyin bir sebebi yoktur.’’Diyerek koyuyor. Öyleyse, hayatın içinde olanların gerçekten bir sebebi var mıdır? Savaşın veya barışın sebebi nedir? Veya gerçekten var mıdır…

Oyunculuk ve kostümlere gelecek olursak, her ikisinde de grotesk esintiler vardı. Kadın ve adamın yüzündeki boyalar, kadının kıpkırmızı peruğu, kıyafetlerinin salaşlığı ve tabi ki büyük jest, mimik ve mizansenler. Bu yönüyle oyunculuk ve performans odaklı bir metin. Oyunun içine serpiştirilen mizansenler sözsel iletişimsizliğin yanı sıra bedenen de bir iletişimsizlik yaratarak bu durumu iki katına çıkarmıştı. Güzel düşünülmüş ve metni destekleyici nitelikteydi bence. Oyunculuklar çok başarılıydı. 

Genel olarak, oyun ara sıra güldürmeyi başardı fakat bana oyunun trajik tarafı daha fazla geçti. Kadının, hala bir beğenilme güdüsüyle sürekli saçını taraması, aynaya bakması, adamın bunları yapmazsa onu beğenmeyeceğini düşünmesi ve aynasını içeri giren bir merminin paramparça etmesiyle adeta kendinden geçmesi, savaş ve barışa bir sebep bulmaya çalışmaları, askerin birini araması, komşuların hiçbir şey olmamışçasına tatilden dönüşleri ve oyunun sonuna kadar süren korku atmosferi. Bütün bunlar beni oyun boyunca sürekli düşünmeye sevk etti. Oyunun sonunda tavandan düşen oyuncak bebekler de çok çarpıcıydı. Kadın ve adam barışın ardından etrafı topladıkları sırada yeniden on yedi yıl öncesinin kavgasına döndüklerinde oyun son buluyor. Peki bütün bu olan bitenler neyi değiştirdi? Elbette hiçbir şeyi. Hem kadın ve adamın kavgası devam edecek, hem de insanlığın kavgası sürecek. Gerçekten çok saçmaydı (!)dedirtti bana.

Küçük bir not: Absürt tiyatro sevenler mutlaka bu oyunu görmeli.

Oyunun Künyesi
Yazar: Eugene Ionesco
Çeviren: Ülkü Tamer
Yönetmen: Özgür Avcu
Müzik: Berkay Yiğit Aslan
Dekor Tasarımı: Ruken Bakır
Kostüm Tasarım: Fulden Korkmaz
Işık Tasarımı: Mehmet Mertal
Koreografi: Berkan Görgün
Oynayanlar: Özge Mirzalı, Hasan İrfan Buzcu, Halil İbrahim Begit, İrfan Atav, Petek Ocakçı
Topluluk: Ankara Devlet Tiyatroları
Tür: Komedi, Dram
Seanslar
Afiş
A.Silvia Aydoğan
A.Silvia Aydoğan
Kendini bildi bileli sanatın neredeyse her dalına bir şekilde eli değmiş biri. Okudukça yazıyor, yazdıkça okuyor. İkinci lisansını DTCF Tiyatro Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı’nda sürdürmekte.

içerik ekle

sitemizde yayınlanmasını istediğin haber, eleştiri ve değerlendirme yazılarını kolaylıkla yayınlayabilirsin

benzerler

Yorumlar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Okunası yazılar

E-Posta Bülteni Kaydı

Size sitemiz ve tiyatrolar ile ilgili haberler göndermek istiyoruz