“Bir gün, bir yerde...” deyince, pekâlâ her şeyden soyutlanmış bir masal örtüsünün altına gizlenerek başlayabilir hikâye. Nedenlerin peşini bırakmak, bize ezberletilenleri göğüs kafesimizden söküp atmaktan farksız. Yarını düşünmeden, geçmişle yumruklaşmayı bırakarak elinden tuttuğumuz nedenleri özgürlüğüne kavuşturmak istiyor zihnimiz. Yaşanmışlığın ağırlığı dudaklarımızın arasında. İster bir cümlede anlat, istersen yak bir sigara. Derin bir nefesle dışarı fırlat ya da sadece ıslık çal. Bırak önce rüzgâra, sonra da havaya karışsın intikam türkün. Nasıl olsa sonuçlar önemsiz, ortada neden olmayınca. Gerçek yalnızlığı bulduğumuza inanıncaya dek terk edilmiş kalbimizin içine sıkışıp kalıyoruz işte öylece. Başka bir şeye lüzum yok. Sadece biz… Kendimiz. Neysek oyuz şimdi. Her şey, yere basmak kadar güvenli ve gördüklerimizi kelimelere dökmek kadar kolay şimdi.
Ülke, şehir, ev… Kapalı kutudan farksız her biri. İçindeysen, dışarı çıkamıyorsan öyle tutsak gibi… Ait olduğun tek yer, bir türlü içine sığamadığın kalbinse eğer… İnsan sesini çıkartabildiği kadar değil, eyleme geçebildiği kadar özgürdür aslında. Beyin firarda, kalpse duvarları yıkılmış bir kentsel dönüşümün kurbanı. Hey o! Özgürüz…
Savaşın ortasında, ondan geriye kalanlarla idare edecek kadar zenginsek, gülmek için çok fazla nedenimiz var demektir. Bir çığlık daha. Hey o! Kan revan içindeyken de gülebilir insan. Öldürürken de ölürken de. Bir yanda kapitalizmin sıcak kolları, diğer yanda gizlendikçe daha ölümcül olan timsahın keskin dişleri. İnsan bir çatının altında, dört duvara sıkışarak ölmeyi kabul edebildiği gibi pekâlâ acımasız bir katile de dönüşebilir. Sahi, şiddetin en eski arkadaşı özgürlük değil miydi? Hani toplum, sözleşme imzalamaya karar vermeden önce.

Meghan Tyler, “Timsah Ateşi” adlı oyunuyla zihinlerimizin içine manzaralı bir hikâye inşa etmekle kalmıyor, aynı zamanda zengin görsellerle düşüncelerimizi baştan aşağıya boyuyor. Hem ülkelerinde hem de yuvalarının içerisinde iç savaşı iliklerine kadar hisseden insanları, sıradan bir hane tavrıyla bize tanıttıktan sonra olağanüstü bir atmosfer yakalayarak, sıra dışı bir bellek hazinesi kılığında ikram ediyor bizlere. Dışarda savaş ne kadar tehlikeliyse, evde de baskı ve şiddet el ele tutuşarak benzer biçimde kuşatıyor hane halkını. Güç ve otorite karşısında tahammül göstermesi beklenen birileri var oldukça, psikolojik şiddet özür dilemeden saldırmaya devam ediyor, edecektir de.
Timsah, çok isabetli ve güçlü bir metafor. Zira İrlanda’nın bağımsızlığını ancak savaşla kazanılabileceğini savunan IRA’nın, İngiliz ordusuna karşı giriştiği mücadele ile İrlanda’nın Britanya’nın bir parçası olduğunu savunan İrlandalıların tutumu; yeşil otlaklara kavuşmak zorunda olan otçul hayvanların, timsah dolu nehri geçmeye mecbur olmalarından farksız. Esasında oyunun doğasına tam anlamıyla inebilmek için biraz da İrlanda’yı tanımak gerekir. Zira öykünün doğasında serili duran eyleme geçme arzusunu, sadece feminizmin yükselen sesiyle açıklamak yazara haksızlık olur. İrlandaca da “… yapar mısın?” diye sorulan bir soruya “Evet” ya da “Hayır” yanıtı verilmiyor. Çünkü onlarda bu tarz soruların yanıtları hep eylem kodlu. “Yaparım” ya da “Yapamam” şeklinde. Bu da iradenin bastıra bastıra söylenmesi demek. Yani oyunda timsahın karşısında durmakla kalmayıp düşünce zincirlerini çözüp atan kız kardeşlerin gösterdiği gecikmiş kararlılık, özünde bu kültürün filizlerini taşımakta.
Diğer yanda, evin içinde dindar, despot ve tacizci babanın kıskacından kurtulmanın zorluğu duruyor. Öyle ya timsah suyun içinde. Yatalak olmasına rağmen, sürüngen haliyle bile hâlâ çok tehlikeli, saldırgan ve ölümcül bir baba figürü bu. Yani evin içinde de dışında da timsahtan kaçış yok. Onunla yüzleşip savaşmadan özgürlüğe kavuşulması imkânsız.
Özetlemek gerekirse, feminizmi farklı bir melodiyle sunmak isteyen İskoç yazarın üslubu sert ve oldukça çarpıcı. Ayrıca etkileyici kara mizah dokusuna kıvrak zekasıyla ulaştığını ispatlayacak çok fazla öğe barındırıyor “Timsah Ateşi.” Özellikle grotesk unsurların göz kamaştırıcı bir hal aldığı, oyunun ikinci bölümü kolay kolay unutulacak gibi değil. Konu, seyirciyi fazla zorlamayan bir tempoda ilerlerken, aniden huzurunuzu bozacak biçimde dümen kırıyor yazar. Gerçeğin, görmek istemediğimiz noktalarını sert ve timsahın dişleri kadar keskin biçimde sürüyor gözlerimize. Baktıkça hissediyor, anladıkça alışıyoruz bu değişik forma. Sonra karakterlerin travmalarını okumayı öğreniyoruz. Bu da birdenbire oluyor. Çünkü groteskin güçlü anlatım kolları yakamıza yapışıyor ve zihnimizi örten ezberleri kolayca alt ediyor. Birbirine hiç benzemeyen iki kardeşin buluştuğu ortak dili, bizler de konuşabiliyoruz artık.
Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment ortak yapımı olan oyun, koltuğunun altında kıymetli bir de ödül taşıyor aynı zamanda. 2022 Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı ödüllerinde, “Hülya Nutku En İyi Kadın Oyuncusu” seçilmiş Hazar Ergüçlü. Oyunun çevirisi Zeynep Anacan imzası taşırken, yönetmen koltuğunda Mehmet Ergen oturuyor. Alannah rolünde Funda Eryiğit devleşiyor. Babasıyla mücadele ettikçe dibe vuran psikolojisini bir türlü ayağa kaldıramayan kadının, işlediği suçun korkusuna kapılarak yenilgiyi seçtiğini düşünmemize engel olacak kadar çelişkili bir güç dalgası barındırıyor. Acaba korkaklık olarak gözüken şey cesaretin ta kendisi mi? Zor olan suçu kabul etmek mi yoksa evde timsahla yaşamaya gayret etmek mi? Metnin ona sağladığı imkânın sınırlarını zorluyor Funda Eryiğit.
Terazinin diğer tarafındaysa Fianna rolünde Hazar Ergüçlü’yü seyrediyoruz. Asi, aklına eseni yapan, suçu üzerine alacak kadar cesur ve evin dışında İrlanda’nın özgürlük meselesiyle çarpışmaya gönüllü, duygularını beşinci viteste yaşayan biri o. Sahnenin bütün temposunu ayarlayacak kadar hünerli ilk tiyatro tecrübesinde Ergüçlü. Hayata geçirdiği karakterin gücünü de ruhunu da seyircisine hissettirmekte zorlanmıyor. Sinemada ve dizilerde alışık olduğumuz performansı bir yana, tiyatro sahnesinde çok farklı kimlikte. Cebinde görünenden çok daha fazla yeteneği taşıdığı izlenimi verdi bizlere.
Baba rolündeki Hidayet Erdinç’i de unutmamak gerekir. İki kardeşin olağanüstü performansını tamamlarken minimal oynuyor ve metnin absürt kısmını tamamlayacak soğukkanlılığı başarıyla taşıyor.
Bilindik feminist söylemlerin dışına çıktığı için radikal bulunan, şiddeti görsel bir estetikle sunup gerçekliğin ayrılmaz parçası haline getirdiği için de Tarantino’ya benzetilen Meghan Tyler, seyircisinin önyargılarını balyozla yıkıp bakış açsını hayali bir dürbünün arkasına geçirmeyi başaran metniyle çok farklı bir deneyim vaat ediyor bizlere. “Timsah Ateşi”, büyük gözüken ama globalleşme hastalığının bulaştırdığı şiddet ve zorbalık yüzünden küçülen dünyada bizleri can evimizden vurmaya gönüllü. Sınırlar ortadan kalktıkça özgürleşmenin çoğaldığını düşünsek de gerçek, insanı bir duvarın ya da upuzun bir çizginin arkasında mahkûm bırakabilecek kadar gaddar.
Birden fazla insanın olduğu yerde muhakkak bir güçlü vardır ve o da tahterevalliyi havada tutmak için elinden geleni yapar, diyebiliriz. Aynanın karşısında seyrettiğimiz kişinin farklı biri olduğuna bahse girmemizi sağlayabilecek kadar başarılı yabancılaştırma unsurlarıyla bezeli oyun, karakterlerle empati kurmadan doğala ulaşmamızı sağlayan küçücük evrenine hapsediyor bizleri. Açın gözlerinizi. Timsah evimizde. Böylesi bir oyunu ıskalamayın diyorum. İyi seyirler.











Oyunun Künyesi
Yazan: Meghan Tyler
Çeviren: Zeynep Anacan
Yöneten: Mehmet Ergen
Dekor Tasarımı: Merve Yörük
Işık Tasarımı: Richard Williamson
Kostüm Tasarımı: Gül Sağer
Ses & Efekt Tasarımı: Ersin Aşar
Yardımcı Yönetmen: Melda Narin Güler
Yaratıcı Ajans: Happy People Project
Fotoğraflar: Levent Özdemir
Şarkı Sözü Çevirmeni: Ceren Gündoğdu & Mehmet Ergen
Sahne Tasarım Asistanı: Ilgaz Kasapoğlu
Asistanlar: Zehra Barto, Ayşenur Erman
Oyuncular
Funda Eryiğit
Hazar Ergüçlü
Hidayet Erdinç
Okan Demirok
Topluluk:Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu & Piu Entertainment
Tür: Komedi, Kara Komedi
Seanslar
Afiş